XXXII. Kütüphane Haftası Açış Konuşması (25 Mart 1996)

Yaşar Tonta

Türk Kütüphaneciler Derneği Genel Başkan Vekili

 

Sayın Bakan,

Sayın Konuklar,

Değerli Meslektaşlarım,

Sevgili Öğrenciler,

XXXII. Kütüphane Haftasının açılış törenine hoş geldiniz. Türk Kütüphaneciler Derneği adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. XXXII. Kütüphane Haftasını böylesine seçkin bir topluluğun katılımıyla başlatmaktan Türk Kütüphaneciler Derneği adına büyük onur duyuyorum.

Son birkaç yıldır Türk Kütüphaneciler Derneği Kütüphane Haftalarını bir ana tema çevresinde kutlamakta ve güncel konulara dikkat çekmektedir. Örneğin, geçen yılki haftanın ana teması “Düşünce Özgürlüğünün Olmazsa Olmazı Bilgi Edinme Özgürlüğü” idi. Bu yılki Kütüphane Haftasının ana teması ise “Telif Hakları”. Bu tema kütüphaneciler de dahil yayıncıları, eser sahiplerini, kullanıcıları ve daha birçok meslek grubunu yakından ilgilendirmektedir. Teknolojinin gelişmesi ve elektronik ortamda bilgilerin kolayca yayımlanabilmesi ve bir yerden bir yere kolayca aktarılabilmesi telif hakları kavramında da bazı değişikliklere yol açacak gibi görünüyor. Belki de Internet ortamında bugünkü anladığımız anlamda bir telif hakları söz konusu olmayacaktır. Unesco her yılın 23 Nisan gününün “Kitap ve Telif Hakları Günü” olarak kutlanmasına karar vermiştir. Hafta boyunca telif hakları konusu yerli ve yabancı uzmanlar tarafından çeşitli yönleriyle incelenerek kamuoyunun ve kütüphanecilerin dikkatleri çekilmeye çalışılacaktır.

Otuz yılı aşkın bir süredir kutlanagelen Kütüphane Haftalarının işlevlerinden birisi de yılda bir kez de olsa sorunlarımızı kamuoyuna duyurma fırsatını yakalamamızdır. Kuşkusuz bu sorunlarımız genelde ülke sorunlarından ayrı tutulamaz. Hatta diyebiliriz ki, bilgi çağının eşiğinde olduğumuzu sık sık duyduğumuz şu günlerde ülke sorunları ile mesleğimizin sorunları daha önce hiç bu kadar çakışmamıştı. Izin verirseniz ne demek istediğimi biraz açmak istiyorum.

Türkiye’de sağlıklı bir ekonomi ve demokratik bir yaşam biçiminin kurulmasında kütüphaneler ve bilgi merkezleri çok önemli rol oynamaktadır. Teknolojinin hızla gelişmesi ve buna paralel olarak güncel ve doğru bilgilerin karar alma sürecindeki rolünün giderek artması bilgi hizmetleri alanındaki büyümeyi hızlandırdı. Bu tür hizmetlerin bir kısmı da geleneksel kütüphane kurumlarının dışında gelişmeye başladı (bilgi ve dokümantasyon merkezleri, kurum arşivleri, bilgi bankaları, vd.). Kütüphane ve bilgi hizmetleri geleneksel kimliğinden sıyrılarak daha çeşitli ve modern kütüphanecilik hizmetleri sunulmaya başlandı. Kamuoyunun imajında güçlü bir ışık uyandırmayan “bilgi” kavramı şimdiki yönetimler de dahil birçok düzeyde en fazla kullanılan terimlerden birisi haline geldi. Medyada her gün “bilgi toplumu”, “bilgi otoyolu”, “bilgi çağı”, “bilgi alt yapısı” gibi terimler sıklıkla kullanılıyor. Özellikle bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler hem bireylerin hem de örgütlerin bilginin işlenmesine karşı olan tutumlarının hızla değişmesine neden oldu. Kamu kuruluşları, ticari örgütler ve karar verme durumunda olan yöneticiler güncel ve doğru bilgi sağlamanın ne kadar önemli olduğunun farkına vardılar. Çünkü “bilgi”, kalkınma ve GSMH’nin gelişmesi için enerji kadar önemli bir kaynak haline geldi. Gelişmiş toplumlarda “bilgi sektörü”nde çalışan nüfusun giderek artması bunun en önemli göstergesidir.

Ekonomik kalkınma ile bilgi sağlama olanaklarının varlığı arasındaki ilişkiyi farkeden ve yararlı bilgilere en kısa sürede erişmeyi hedefleyen gelişmiş ülkeler, kütüphanelere ve bilgi merkezlerine modern teknolojinin ürünlerini zaman geçirmeden sokma çabalarını yoğun bir biçimde sürdürmektedirler. Yapılan araştırmalar kütüphanelerin işletmelere ve özellikle kütüphanelerin araştırma hizmetlerine bağımlı bilimsel kuruluşlara milyarlarca dolar kazandırdığını göstermektedir. Bu rakam, kütüphanelerin ve bilgi ağlarının ekonomiyi destekleyen önemli kaynaklar olduğunu kanıtlamaya tek başına yeterlidir kanısındayız.

Ekonomik kalkınma ile bilgi sağlama olanaklarının varlığı arasında nasıl bir ilişki varsa bilgi edinme özgürlüğü ile demokratikleşme ve bir ülkede demokrasi kültürünün gelişmesi arasında da doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişkiyi çok önceden farkeden Thomas Jefferson, bilgiyi "demokrasinin değer birimi" olarak nitelendirmiştir. Bilgiyi demokrasinin değer birimi olarak gören ve demokrasinin ancak bilgili vatandaslar tarafından korunup geliştirilebileceğinin farkına varan ülkelerde bilgi edinme özgürlüğünü kısıtlayan tüm engeller ortadan kaldırılmakta ve bilgi erişim hizmetleri veren bilgi merkezleri ve kütüphaneler önemli ölçüde desteklenmektedir.

Sözü geçen ülkelerde bilgi hizmetleri topyekûn olarak ele alınmakta ve daha geniş bir bakış açısıyla planlanmakta ve örgütlenmektedir. Böyle bir yapılanma içerisinde geleneksel anlamda araştırma-geliştirme (A+G) çalışmalarını destekleyen kütüphaneler, arşivler ve bilgi merkezlerinin yanı sıra, sinema ve televizyon arşivleri, sağlık, polis ve adalet sistemiyle ilgili kayıtlar, coğrafi bilgi sistemleri veri tabanları (tapu sicilleri vs.), eğitim, bankacılık, sigortacılık gibi diğer bilgi ile uğraşan sektörler de yer almaktadır. Ulusal ve uluslararası bilgi ağlarından yararlanarak nerede olursa olsun bu tür bilgileri en kısa zamanda (bazen gerçek zamanlı olarak) bilim adamının iş istasyonuna, televizyon izleyicisinin alıcısına, banka müşterisinin ATM makinesine, polis görevlisinin terminaline, öğrencinin dersane ya da yatakhanesinde bulunan bilgisayar ucuna iletmek amaçlanmaktadır. Böylece kurulacak bir ulusal bilgi alt yapısında bu sektörlerden de gerek planlama ve örgütlenme aşamasında gerekse mali destek konusunda büyük yardımlar sağlanmaktadır.

Sayın Konuklar,

Bütün bu gelişmeler kuşkusuz ülkemizdeki kütüphaneleri ve bilgi merkezlerini de çok yakından ilgilendirmektedir. Internet aracılığıyla erişilebilen birkaç kütüphane ve bilgi merkezimiz olmasına karşın, bu kütüphanelerde geleneksel hizmetler dışında elektronik bilgiye dayalı yeni hizmetler hemen hemen yok denilecek kadar azdır. Bu durum bir avantaj olarak da görülebilir. Dünya Bankası tarafından hazırlanan bir çalışmada, bilgi sektöründeki hızlı değişmelerden dolayı Türkiye’nin teknolojik arenaya geç girmesinin bazı yararları olabileceğine işaret edilmiştir.

Günümüzün “bilgi yoğun” ekonomilerinde birçok meslek mensubunun bir iş günü boyunca bilgi üretimi, yayımı, kullanımı ve bilgiye erişim ile ilgilenmesi gayet doğaldır. Kütüphaneciler, arşivciler ve bilgi uzmanları bu işi profesyonel olarak yapan kimselerdir. Her biri özel eğitim ve birtakım becerilerin edinilmesini gerektiren bu mesleklere mensup kimseler kütüphanelerde, arşivlerde ve bilgi merkezlerinde çalışmaktadırlar. Ancak ne bu kütüphanelerin, arşivlerin ve bilgi merkezlerinin, ne de bu mesleklere mensup kimselerin gerek maddi gerekse manevi yönden ödüllendirilmediğini görmekteyiz. Oysa söz konusu merkezlerin çağdaş bir biçimde örgütlenmesi ve uzman personel ile hizmet vermesi kalkınmanın temel şartıdır. Ne yazık ki ülkemizdeki kütüphane ve bilgi merkezlerinin büyük bir çoğunluğu örgütlenme, uzman personel, hizmet verilen mekânlar, araç gereç ve koleksiyon ve nihayet sunulan hizmet açısından geri durumdadır. Maalesef kütüphane binalarının yapımından, kütüphane yöneticiliğine atanan personelin niteliğine ve ayrılan bütçelerin yetersizliğine kadar hemen hemen herşey herhangi bir standarda bağlı olmaksızın günübirlik anlayışlarla yapılmaktadır. Bütün bunlar ülkemizde topyekûn bir ulusal bilgi politikasının olmayışının sonucudur.

Ülkemizde bazı kütüphaneler hâlâ 1930’larda çıkarılan ve kütüphane materyallerini bir demirbaş eşya gibi gören Ayniyat Talimatnamesi gibi bilgiye erişimi büyük ölçüde kısıtlayan kurallarla yönetiliyor. Ancak bu tür kuralları genelde düşünce ve düşünce ürünlerine verilen önemden ayrı değerlendirmek sanırız biraz yanıltıcı olacaktır. Ayniyat Talimatnamesinin Internet aracılığıyla erişilen kaynaklara nasıl uygulanacağı merak konusudur. Geçenlerde yapılan bir toplantıda elektronik belge sağlama için bütçe sistemimizde bir kalem bulunmadığı, bu servisin giderlerinin nereden karşılanacağı konusunda sıkıntılar olduğu söylendi. Bir de buna Internet aracılığıyla erişilen ve sadece elektronik ortamda saklanan elektronik süreli yayınlar için ödenecek paraların bütçenin hangi kaleminden sağlanacağını ekleyin. Sanırız bu konu Sayıştay denetçileri kadar biz kütüphanecileri de yakından ilgilendiriyor.

Kütüphanelerin içinde bulundukları koşullar ve kütüphanecilere sağlanan olanaklar kütüphane ve bilgi merkezlerimizde nitelikli personel sorununu gündeme getirmektedir. Bazı üniversite kütüphanelerimiz de dahil birçok kütüphanemizde kütüphanecilik mesleğinin bir uzmanlık alanı olduğunu yadsıyan uygulamalara yer veriliyor olması nitelikli personel azlığının doğrudan sonuçlarından birisidir. Öte yandan, üniversite düzeyinde lisans eğitimi almış olmalarına karşın, Kültür Bakanlığı bünyesinde çalışan kütüphaneciler hâlâ mevcut maaş skalasının en alt derecelerinden maaş almaktadırlar. Adil olmayan bu uygulamaya son verilerek Bakanlık bünyesinde çalışan üniversite mezunu kütüphanecilerin de diğer meslek mensupları ile aynı haklara sahip olmaları bir an önce sağlanmalıdır.

Ilk ve ortaöğretim düzeyindeki “tek kitap tek kaynak” anlayışına dayanan ezberci eğitim sistemimiz kütüphanelere duyulan gereksinimi en aza indirmektedir. Okul kütüphanelerimizde gerekli atılımların yapılamamış ve nitelikli personel sorununun çözülememiş olması biraz da bu anlayışın sonucudur kanısındayız. Aynı eğilimi üniversite düzeyinde de gözlemlemek ve kütüphaneye sadece ilişik kestirmek için uğrayan dört yıllık lisans eğitimini tamamlamış kimseler tanımak ülke ekonomisinin geleceği ve diğer ülkelerin ekonomileriyle rekabet edebilme açısından bizleri kaygılandırmaktadır.

Sayın Bakan,

Ülkemizdeki bilgi alt yapısı planlanırken tüm bilgi sektörleri (eğitim, sağlık, nüfus, adli kayıtlar, kütüphaneler, arşivler, bilgi merkezleri, vd.) bir bütün olarak ele alınmalıdır. Iletişim ağları için gereken kaynaklar da düşünülerek orta ve uzun vadeli bir bilgi alt yapısı programı acilen gündeme getirilmelidir. Böyle bir programda bilgi kaynaklarının tasarlanması ve geliştirilmesinden kataloglama ve sınıflandırılmasına, bu bilgilere elektronik erişim sağlanmasına, kullanıcı arabirimlerinin tasarlanması ve kurulmasından TÜRKMARC ve benzeri standartlar geliştirilmesine kadar her tür konuya yer verilmeli ve kaynak ayrılmalıdır. Bu alanda gerekli insangücünün eğitimi ve yetiştirilmesi için yoğun çabalar harcanarak ülkemizdeki bilgi profesyonellerinin sayısı hızla artırılmalıdır. Bu yönde son zamanlarda bazı olumlu adımlar atılıyor olmasına karşın, Türkiye’de bilgi sektöründe çalışan toplam personel sayısı iki milyon nüfuslu Singapur’unkinden daha azdır. Ülkemizin diğer ülkelerle rekabet edebilir duruma gelmesi ve bunu koruyabilmesi için bilgiye dayalı bir ekonominin gereği olan ulusal bilgi alt yapısı üzerindeki çalışmalara vakit geçirilmeden başlanmalıdır.

Bilgi çağına giren ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de her tür bilginin etkin olarak derlenmesi, saklanması, işlenmesi, dağıtımı ve iletimi ekonomik, toplumsal ve teknik ilerleme için kritik önem taşımaktadır. Bilginin önemi yetkililer tarafından teslim edilmesine karşın, yukarıda belirtilen işlevleri yerine getiren ülkemiz kütüphane ve bilgi merkezleri ne yazık ki birçok sorunla karşı karşıyadır. Ülkemizde henüz bilgi ekonomik bir kaynak olarak görülmediği için, bu kaynağın verimli bir biçimde kullanımını düzenleyen ulusal bir bilgi politikamız da yoktur. Bilgiye yeterince gereksinim duyulmaması ve kütüphanecilere ve bilgi uzmanlarına gereken değerin verilmemesi de kuşkusuz bunda önemli bir etmendir. Kütüphane ve bilgi hizmetleri için yeterince mali kaynak ayrılamaması yıllardır süregelen bir sorun olmaya devam etmektedir. Mevcut ekonomik gelişmeler kütüphaneleri ve bilgi merkezlerini, özellikle üniversiteler açısından, neredeyse durma noktasına getirmiştir.

Ne yazık ki gelecek için plan yapmaya hemen başlamazsak, kütüphanelerimiz ve bilgi merkezlerimiz, eğitim kurumlarımız ve nihayet genelde toplumumuzun entellektüel yapısı gerçek bir tehlikeyle karşı karşıya kalacaktır. Eğer günümüzdeki yönelim devam ederse en iyi kütüphanelerimizin bile hemen hemen hiç alım gücü kalmayacaktır. Kaldı ki, bilgi kaynaklarının fiyatları her geçen gün artmaktadır. Örneğin, son 25 yıl içinde bilimsel ve teknik süreli yayınların fiyatı tam üç kat artmıştır. Oysa kütüphane bütçeleri genellikle sabit kalmaktadır. Üretilen bilgi miktarının her dört yılda bir ikiye katlandığı düşünülecek olursa gerek enflasyonun, gerekse tasarruf önlemlerinin de etkisiyle kütüphanelerimizin toplam bilgi havuzundan satın aldıkları pay giderek daha da küçülecektir. Kütüphaneler ve bilgi merkezleri bilgi satın alıp bu bilgileri ücretsiz olarak isteyen herkese sunamayacaklarsa o zaman bu kurumların hali ne olacaktır? Hızla artan materyal fiyatları, satın alınacak materyal sayısındaki hızlı artış, dünya bilgi üretiminden giderek azalan oranda sağlayabildiğimiz bilgi kaynakları ve diğer sorunlar böyle uzun süre devam edemez. Bu sorunların çözümü için yeni ve daha köklü ve kapsamlı önlemler alınması gerekmektedir.

Bu önlemleri şöyle sıralayabiliriz:

  1. En kısa zamanda değişik kesimlerden (hükûmet, üniversite, özel sektör, kamu sektörü, mesleki kuruluşlar vb.) gelen temsilcilerden oluşan bir grup kurularak bir ulusal bilgi politikası oluşturulmalı ve bu politikanın yaşama geçirilebilmesi için gereken kaynaklar sağlanmalıdır.
  2. Ulusal bilgi politikası ulusal bilgi alt yapısı kurulabilmesi için gereken yasal ve mali düzenlemeler içermelidir.
  3. Bilgi hizmetleri daha geniş bir bakış açısıyla ele alınarak, ulusal bilgi alt yapısı hem basılı hem de elektronik ortamdaki bilgilere erişim sağlamaya elverişli bir biçimde tasarlanmalıdır.
  4. Söz konusu bilgi hizmetlerini sağlamak için gereken veri trafiğini kaldıracak güçte ve ülkemizdeki ‘bilgi otoyolu’nun temelini oluşturacak bir ulusal araştırma ve eğitim ağı kurulmalıdır.
  5. Böyle bir bilgi otoyolunun temelini oluşturan Internet hizmetlerine kütüphanelerin ve diğer eğitim kurumlarının en azından Internet kullanımı yaygınlaşana dek parasız ya da çok az bir ücretle erişmeleri sağlanmalıdır.
  6. Yasama, yürütme ve yargı organları ile kamu kuruluşları tarafından kamu kaynakları kullanılarak üretilen bilgiler (yasalar, yönetmelikler, araştırma raporları vb. gibi) en kısa zamanda ve ücretsiz olarak Internet aracılığıyla hizmete sunulmalıdır.
  7. Bilgiye dayalı ekonominin vazgeçilmez kaynağı olan bilgi ve bilgisayar ağı kullanmasını bilen kuşaklar yetiştirilmeli ve daha fazla kişinin Internet hizmetleriyle tanışmasını sağlamak için kullanımı kolay uygulamalar geliştirilmelidir.
  8. Bilgi hizmetleri alanındaki yetişmiş insangücü açığını hızla kapatmak için gerekli önlemler alınarak kütüphanecilik, dokümantasyon ve bilgi araştırmaları, arşivcilik, bilgisayar bilimleri eğitimi veren kuruluşlar desteklenmeli ve ilgili eğitim kuruluşlarının Internet’e ve diğer bilgi ağlarına erişimi cesaretlendirilmelidir.

Bir mesleğin en önemli karakteristiklerinden birisi de, meslek mensuplarının çabalarını birleştirerek sorunların çözümünde karşılıklı yardımlaşma için bir araya gelmeleridir. Hangi meslekten olursa olsun, o mesleğin mensuplarının büyük bir bölümü zaman ve enerjilerinin belirli bir kısmını profesyonel dernek çalışmalarına ayırmaktadırlar. Böylece, meslek mensupları bireysel olarak çözemedikleri mesleki sorunlara hep birlikte çözümler aramakta, bilgi ve becerilerini bir araya getirerek ortaklaşa çözümler bulmaya çalışmaktadırlar. Ancak, Türk Kütüphaneciler Derneği olarak henüz bu ivmeyi yakalayabilmiş değiliz. Bu ivmeyi yakalayamamış olmamız Kütüphane Haftası kutlama programlarını da yakından ilgilendirmekte ve olumsuz yönde etkilemektedir. Gönül isterdi ki, Kütüphane Haftaları sadece Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğünün, Türk Kütüphaneciler Derneği’nin ve birkaç kuruluşun çabalarıyla değil, Milli Kütüphane’den Meclis Kütüphanesi’ne, YÖK Dokümantasyon Merkezi’nden Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğüne, üniversitelerin kütüphanecilik bölümlerinden bilgisayar ve “enformatik” bölümlerine, üniversite kütüphanelerinden özel kütüphanelere ve Türkiye’de verilen kütüphane ve bilgi hizmetlerinden kâr sağlayan ticari şirketlere dek bütün kesimlerin katkılarıyla ve yurt dışında örneklerini gördüğümüz gibi bir fuar havasında düzenlensin. Kütüphane haftalarında profesyonel kişiler ve kuruluşlar olarak bu işbirliğini gerçekleştiremez ve bu coşkuyu duymazsak, çabalarımızın ve girişimlerimizin kamuoyunda istenen etkiyi uyandırmasını nasıl bekleyebiliriz?

Kısmen böyle bir kenetlenmeyi gerçekleştiremediğimizden, kısmen daha başka nedenlerle, medya tarafından da zaman zaman “kolay hedef” olarak seçiliyoruz kanısındayım. Neden söz ettiğimi sanırım anlamışsınızdır. Son günlerde günlük gazetelerimizden birisinin televizyonlarda yayımlattığı bir reklam filmi aracılığıyla yaratmaya çalıştığı kütüphaneci prototipini ve imajını anlamakta güçlük çektiğimizi belirtmek zorundayız. Kütüphaneciler ve bilgi uzmanları da kuşkusuz kusursuz değildirler. Hatta bazı profesyonel kütüphanecilerimiz reklamda gösterildiği biçimde bazı davranışlar da geliştirmiş olabilirler. Ancak, bunu topyekûn bir mesleğin mensuplarına maletmeyi biraz abartılı bulduğumuzu belirtmek isteriz. Eğer bu tür ucuz reklam filmleriyle ülkemizdeki kütüphanecilerin profesyonellik düzeyleri tartışmaya açılmak isteniyorsa, ki bu da gerekirse yapılmalıdır, profesyonellik yönünden kütüphanecilerin, örneğin, gazetecilerle ya da hekimlerle aynı düzeyde olduklarını kabul etmek zorundayız. Aksi takdirde akşam haberlerinde televizyonlarda çoluk çocuğumuzun görmemesi için binbir çaba sarfettiğimiz kan ve şiddet dolu sahnelerin ve hastane sedyesinden yapılan “naklen ölüm” yayınlarının Papua Yeni Gineli profesyonel gazeteci ve televizyoncular tarafından hazırlandığını düşüneceğiz. Kamuoyunu yanlış bilgilendiren bu tür ucuz reklam filmlerini protesto etmek için kütüphaneciler olarak kütüphanede, hamamda, ya da bir başka yerde genel kurul ya da basın toplantısı düzenleme kararında olmadığımızın bilinmesini isteriz.

Söz konusu reklamda çizilen türden prototiplerin ne tek tek kuruluşların bilgi sorunlarının çözümünde, ne de bilgi toplumu olma yolunda bize katkı sağlamayacağını söyleyebiliriz. Ülkemizdeki bazı kütüphaneler bilginin sağlanmasına ve korunmasına daha çok önem veriyor olabilirler. (Bu, bir derleme kütüphanesi olan Beyazıt Devlet Kütüphanesi için de böyle olabilir.) Ancak sağlanan bilgilerin düzenlenerek kullanıcıların hizmetine sunulması kütüphaneciler açısından çok daha önceliklidir. Kısacası tüm işlemlerin amacı kullanıcıların bilgiye erişimine olanak sağlamaktır. Bu bakımdan günümüz kütüphanecilerini ve bilgi uzmanlarını Umberto Eco’nun “Gülün Adı” adlı ünlü romanında yarattığı kütüphaneci tipiyle ya da eski dönemlerin “hafız-ı kütüp”leriyle karıştırmamakta yarar vardır. Kütüphanecilerin görevi bilgiye erişimi kısıtlamak değil, aksine bunu mümkün hale getirmektir. Kütüphaneciler entellektüel özgürlüğe sahip çıkan, insanoğlunun yarattığı ve ürettiği her tür ve formdaki bilgiyi kullanıcıların hizmetine sunmayı amaç edinen, bunun için gerekli sistemleri tasarlayan, kuran ve işleten kimselerdir.

Ünlü bilim felsefecisi Karl Popper’ın sözleriyle konuşmamın bu bölümünü noktalamak istiyorum: “Dünya uygarlığı bir savaşla yok olup, geriye kütüphanelerde saklanan nesnel bilgi içeriği kalırsa, uygarlığı yeniden kurmak mümkündür. Halbuki bu nesnel bilgi içeriği, yani kütüphaneler yok olup, yalnızca öznelerin öğrenme yeteneği kalsa, çağdaş uygarlığı yeniden inşa etmek hemen hemen imkansızdır”.

Kütüphane Haftasının gerçekleşmesine katkıda bulunan kişi ve kuruluşları da kısaca anarak konuşmamı tamamlamak istiyorum.

XXXII. Kütüphane Haftası Düzenleme Komitesinde yer alan tüm meslektaşlarımıza ve kendilerini destekleyen mensubu oldukları kurumların yöneticilerine teşekkür ederiz. Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürü sayın Gökçin Yalçın ve ekibinin katkılarını özellikle vurgulamaktan mutluluk duyuyorum.

Bildiğimiz kadarıyla ilk kez bir Kütüphane Haftası kutlama programımızda yabancı konuklar da katılımcı olarak yer almaktadır. Ingiliz Kütüphane Derneği The Library Association ve Ingiliz Kültür Heyeti’nin katkılarıyla sayın Bay Graham P. Cornish Haftanın açılış konferansını vermek ve telif hakları konusunda tam günlük bir seminer vermek üzere aramızda bulunuyor. Çarşamba günkü bu seminer herkese açıktır. Ingiliz Yayıncılar Derneği’nden sayın Bay Ian Taylor da yarın sabah 9:30’da “Bilgi Çağında Telif Hakları ve Yayıncılık” konulu bir konferans verecek. Her iki konuğumuz konferanslarını Istanbul’da da tekrarlayacaklardır. Haftaya katkıları nedeniyle Ingiliz Kültür Heyeti’ne ve sayın Richard Weyers’e Türk Kütüphaneciler Derneği adına içten teşekkürlerimizi sunuyorum.

Kütüphane Haftasında aramızda olacak bir başka yabancı konuk ise Teldan KR Bilgi Pazarlama ve Bilgi Yönetimi Şirketinden Israilli Bayan Aliza Fridman. Kendisi ağ aracılığıyla elektronik süreli yayınların sağlanması konusunda bir konferans verecek. Katkıları için A&A Şirketine teşekkür ediyoruz.

Bunun yanı sıra hafta boyunca düzenlediğimiz etkinliklere konuşmacı olarak katılan tüm konuşmacılara içten teşekkür borçluyuz.

Yine haftanın gerçekleşmesinde önemli katkıları olan ve bize bu salonu beş gün için sağlayan VakıfBank Genel Müdürlüğüne teşekkür ederiz. Bir yanlış anlamaya yol açmamak için önümüzdeki beş gün içindeki tüm etkinliklerin bu salonda gerçekleştirileceğini anımsatmak isterim. Afişlerin ve programın basımını yüklenen T.C. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğüne ve diğer kamu kurumlarına ve şirketlere teşekkür borçluyuz.

Hafta öncesi ve sırasında gönüllü olarak bize yardımda bulunan kütüphaneci arkadaşlarımıza ve sevgili öğrencilerimize de içten teşekkürlerimizi sunarız. Onların katkıları olmaksızın bu hafta herhalde çok daha yavan geçerdi.

Bu duygularla XXXII. Kütüphane Haftanızı kutluyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

(25 Mart 1996'da VakıfBank Konferans Salonunda (Ankara) yapılan konuşmanın metnidir.)