Uluslararası İnsan Hakları
Normlarını Yorum Organı Olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve
Kararlarının Türk Hukukunun Gelişimine Katkısı
Giriş
Yirminci yüzyılın belki en önemli
etik gelişmesi, insan haklarının uluslararası düzeyde tanınması
ve insan haklarının korunması için uluslararası düzeyde mekanizmalar
geliştirilmesidir. Uluslararası toplum insan hakları ile ilgili
birçok uluslararası anlaşma ve sözleşme benimsemiştir. Bu yolla,
hem insan hak ve özgürlüklerinin kapsamı hakkında üzerinde anlaşılmış
tanımlar ortaya konulması, hem de ülkelerin hukuk sistemlerinde
ve hukuk uygulamalarında bu hakları korumaya yönelik gerekli adımların
ilgili hükümetlerce atılmasının sağlanması amaçlanmıştır.
Uluslararası insan hakları normlarını
içeren en önemli uluslararası metin, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (kısaca Sözleşme) dir. 1950 tarihinde
Roma'da imzaya açılan ve 1953 tarihinde yürürlüğe giren Sözleşmeyi
hazırlayanların amacı, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
ifade edilen hakların pratiğe geçirilmesinin ilk adımını atmaktı.
Sivil ve siyasi hak ve özgürlükler
katalogu oluşturmasının yanında, Sözleşme, taraf devletler açısından
taahhüt edilen yükümlülüklerin hayata geçirilmesinin sistemini oluşturmuştur.
Taraf devletlerin, bireylerin, birey grupların ve hükümet dışı kuruluşların
Sözleşmeye taraf olan herhangi bir devlet aleyhine Sözleşmede korunan
değerleri ihlal ettiği gerekçesi ile Sözleşme organlarına başvurabilmesine
imkan sağlanmıştır.
Sözleşmede sayılan insan haklarının
pratikte uygulanıp uygulanmadığını denetim sorumluluğu ise Strasbourg'da
oluşturulan belli organlara verilmiştir. 31 Ekim 1998 tarihine kadar
geçen zamanda Sözleşmeye taraf devletlerin yükümlülüklerini yerine
getirip getirmedikleri üç organ tarafından denetlenmiştir. Bunlar,
1954 yılında oluşturulan Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (kısaca
Komisyon), 1959 yılında oluşturulan Avrupa İnsan Hakları Divanı
(kısaca Divan) ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesidir. 1 Kasım 1998
de yürürlüğe giren 11 nolu Protokol ile anılan ilk iki organın yerini,
tam zamanlı çalışan tek bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi almış
bulunmaktadır. Bakanlar Komitesinin yargısal işlevi ise ortadan
kaldırılmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (kısaca
Mahkeme), uluslararası insan hakları normlarını durağan ve donuk
tarihsel belgeler olmasını engelleme ve bu normların yaşayan ve
gelişen belgeler olmasını sağlama işlevi yerine gerine getirmektedir.
Bundan dolayı çok önemli bir uluslararası organdır. Türkiye'de Sözleşme
kapsamlı olarak inceleme konusu yapıldığı halde Sözleşmeyi yorumlayan,
geliştiren ve yaşatan Mahkemenin incelenmesi bir ölçüde, kanaatimizce,
ihmal edilmiştir.
Mahkemenin Türkiye açısından taşıdığı önem, Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkilerinde de kendini göstermektedir. 10-11 Aralık 1999 tarihinde
Helsinki'de toplanan Avrupa Birliği Konseyi, yayınladığı Bin Yıl
Bildirgesi ile Türkiye'nin "Avrupa Birliği'ne aday ülke"
statüsünde olduğunu kabul etti. "Aday ülke" statüsünden
"üye ülke" statüsüne geçişin söz konusu olabilmesi için
bazı konularla ilerleme kaydedilmesi ön şartı getirildi. İnsan hakları
konusunda ilerleme kaydedilmesi bu önkoşulların başında gelmektedir.
Türkiye'nin bu alanda aldığı mesafeyi gözlemleyecek ve tespit edecek
organların başında ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gelmektedir.
Avrupa Birliği Komisyonunun Türkiye hakkındaki 1999 Yılı İlerleme
Raporu , Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tespitlerinin Türkiye'nin
insan hakları alanında ilerleme sağlayıp sağlamadığının önemli bir
göstergesi olduğunu açıkça ifade etmiştir.
İnsan Hakları Mahkemesi verdiği
kararlarla halihazırda Türk hukuk uygulamasını ve mevzuatını önemli
ölçüde etkilemektedir. İncal davasında Devlet Güvenlik Mahkemelerinde
askeri hakimin görev yapmasının adil yargılama hakkını ihlal ettiğinin
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından tespit edilmesi üzerine
1999 yılında Anayasa ve yasa değişikliği yapılarak asker hakimin
Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görev yapması uygulamasına son verilmiştir.
Öcalan davasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen
yürütmenin durdurulması kararı, verilen cezanın infazı sürecini
durdurmuştur.
Türkiye ile ilgili davalar Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin iş yükünün önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
1999 yılı sonu itibariyle Mahkeme önünde bulunun toplam 12454 derdest
dosyanın 2369 adeti Türkiye'deki insan hakları uygulamaları aleyhine
açılmış dosyalardan oluşmaktadır. Başka bir ifade ile Mahkemedeki
derdest dosyaların yaklaşık beşte biri Türkiye ile ilgilidir.
Belirtilen nedenlerden dolayı, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye açısından çok büyük bir önem kazanmıştır.
Coğrafi olarak Türkiye'nin dışında olmasına rağmen Türk yargı sisteminin
önemli bir parçasını oluşturun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin
yakından tanınması ihtiyacı ortadadır. Bu ihtiyacı bir ölçüde karşılamak
amacıyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yapısının incelenmesi
bu çalışmanın temel konusunu oluşturmaktadır. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin 1 Kasım 1998 tarihinde çok önemli yapısal değişiklik
geçirmiş olması ve yeni yapının Türkiye'de yeterince irdelenmemiş
olması da böyle bir çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Ayrıca, Mahkemenin
Türk hukukunun gelişimine katkısına da değinilecektir.
Yenilik İhtiyacı
Avrupa Ynsan Haklary Mahkemesi, bireyin
hak ve özgürlüklerini totaliter anlayy?lara kar?y korumayy amaçlayan
bir yapydyr. Mahkemenin görevini gere?i gibi yapabilmesi için Sözle?meye
taraf Devletlerin müdahalelerine ve etkilerine kar?y ba?ymsyz olmalydyr.
Ykinci Dünya sava?y sonrasy olu?turulan Komisyon ve Divanyn yapylary
bu dönemde Sözle?meye taraf Devletlerce mümkün olabilen uzla?manyn
bir yansymasydyr. Bugünün ko?ullarynda yargy ba?ymsyzly?y açysyndan
oldukça yetersiz olan bu mekanizmalaryn tarihsel ?arlarla birlikte
dü?ünüldü?ünde tarihin önemli kö?e ta?laryndan olduklary görülecektir.
Ancak, de?i?en dünya ?artlarynda bu mekanizmalar yargy ba?ymsyzly?y
ilkesi açysyndan oldukça yetersiz kalmy?lardy. Strasbourg mekanizmasynyn
siyasi amaçlardan ve devlet müdahalelerinden aryndyrylmy? bir ?ekilde
sadece hukuka ve sözle?meye ba?ly bir ?ekilde karar verebilecek
bir yapyya kavu?turulmasy ihtiyacy uzun bir zamandan beri çok net
olarak hissedilmekteydi.
Taraf devletlerin birço?unun yargysal
niteli?e sahip bir organy sahip olmak konusunda fazla istekli olmadyklary
da ortada olan bir gerçekti. Buna ra?men, 1980'lerden sonra dava
sayysynyn düzenli olarak artmasy, yargylama sürecinin kabul edilebilir
sürede tamamlanmasyny güçle?tirdi ve reformu kaçynylmaz kyldy. 1990'laryn
ba?ynda yirmi üç olan Sözle?meye taraf devletlerin sayysynyn 1999
yylyna gelindi?inde kyrk bire yükselmesi, adaletin geç i?lemesi
probleminin büsbütün artmasyna neden oldu. Komisyona 1981 yylynda
dört yüz dört ba?vuru kaydedilirken, 1993 de bu sayy iki bin otuz
yediye, 1997 de dört bin yedi yüz elliye yükseldi. Komisyonca kaydedilmeyen
veya geçici dosya açylan ba?vuru sayysy ise 1997 yylynda on iki
bine ula?ty. Divan istatistikleri de benzer bir resim ortaya koymaktaydy:
1981 yylynda sadece yedi olan Divan önündeki dava sayysy, 1993 de
elli ikiye, 1997 yylynda ise yüz on dokuza yükselmi?tir.
Dava sayysyndaki bu arty?, Sözle?menin
denetim organlarynyn reformunun taraf devletlerce de benimsenmesine
yol açty. Sözle?me sisteminin yeniden yapylandyrylmasy konusunda
ba?langyçta görü?ler farkly olmasyna ra?men, netice de tam zamanly,
tek bir mahkeme olu?turulmasy çözümü benimsendi. Yeni yapy iki temel
amacy gerçekle?tirmeyi hedeflemektedir. Bunlar, Strasbourg sisteminin
yargysal karakterinin güçlendirilmesi ve yapyyy basitle?tirerek
muhakeme süresinin kysaltylmasyndan ibarettir.
Geçiş Dönemi
Belirtilen hedefleri gerçekleştirmeyi
amaçlayan ve denetim mekanizmasını yeniden yapılandıran 11 nolu
Protokol, 11 Mayıs 1994 tarihinde imzaya açıldı. 11 numaralı Protokolün
Sözleşmeye taraf tüm devletlerce onaylanması ve en son onayın alınmasından
bir yıl sonra yürürlüğe girmesi öngörüldü. Son onayın Ekim 1997
de Avrupa Konsey'ine teslim edilmesi ile bir yıllık hazırlık dönemi
başladı. Bu geçiş dönemi boyunca Mahkemede görev yapacak hakimler
seçildi ve yeni Mahkemenin yapısı ve çalışma usulü hakkında birkaç
toplantı yapıldı. Özellikle, halen Divanda hakim olan ve yeniden
hakim olarak seçilen hakimler yeni Mahkeme İçtüzüğü Tasarısını hazırladılar.
Yeni Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
1 Kasım 1988'de 11 nolu protokolün yürürlüğe girmesi ile çalışmaya
başladı. Eski Divan işlevine 31 Ekim 1998 de son verdi. Komisyon
ise 31 Ekim 1999 tarihine kadar önceden kabul edilebilirlik kararı
verilen dosyalarla uğraşmak üzere bir yıl daha varlığını devam ettirdi.
Neticede, 31 Ekim 1999 tarihinde Komisyon da tarihteki yerini aldı.
Yeni yapy ile Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesinin yargysal i?levi ortadan kaldyryldy. Bu yenilik, sistemin
yargysal nitelik kazanmasy açysyndan son derece olumlu olmu?tur.
Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyinin yürütme organy olmasyna ra?men
Komisyon tarafyndan hakly bulunan ba?vurular e?er Divan önüne getirilmezse,
Bakanlar Komitesi Sözle?menin ihlal edilip edilmedi?ine ve e?er
ihlal oldu?u kanaatinde ise ma?dura tazminat ödenmesine karar verebilmekteydi.
Bakanlar Komitesinin yargysal i?levini
kaybetmesi, yeni mahkemenin kabul edilebilir bulunan her olay hakkynda
hüküm vermesini gerekli kylmy?tyr. Bunun anlamy, yeni mahkemeyi
çok büyük bir i? yükünün bekliyor olmasydyr. Mahkemenin yargy alany,
sekiz yüz milyon ki?iyi kapsamaktadyr. Mahkeme de görev yapan kyrk
bir hakimi bekleyen ortalama yyllyk i? yükü ise 18.000-20.000 ?ikayet,
8.000 kayyt edilen ba?vuru, 500 son karardyr. Mahkeme her gün 700
mektup, 200 ün üzerinde ülkeler arasy telefon aramasyna muhatap
olmaktadyr. Ya?amynyn ilk gününde, 1 Kasym 1998 tarihinde, Mahkeme
Komisyondan 6.750 kayyt edilmi? ba?vuru, 40.000 geçici dosya, Divandan
ise 89 dosya devralmy?tyr.
1999 yılı sonu itibariyle mahkemede
12454 kayyt edilmi? ba?vuru ve 45.303 geçici dosya bulunmaktadyr.
Kayyt edilen ba?vurularyn yarysy üç ülke, Türkiye, Ytalya ve Polonya
aleyhine yapylan ba?vurulardan olu?maktadyr. Türkiye, 2369 ba?vuru
ile birinci syrada bulunmaktadyr. Türkiye aleyhine yapylan ba?vuru
sayysı olması gerekenden çok fazladır. Mahkemenin yargı alanında
800 milyon kişi yaşadığı ve Türkiye nüfusunun 60 milyon olduğu dikkate
alınacak olursa, Türkiye aleyhine makul başvuru sayısının on üçte
bir olmalıdır. Oysa, 1999 yılı sonu itibariyle bu oran beşte birdir.
Sözleşmede yer alan insan haklarının
kapsamını belirleyecek, içeriklerini dolduracak, çağa uyduracak
olanlar mahkemede görev yapan kişilerdir. Seçilmiş hakimler ve bürokrat
hukukçular olmak üzere iki farklı grup Mahkeme adına bu işlevi yerine
getirmektedir. İnsan hakları normlarının yorumunda her bir grubun
rolü, katkısı ve etkinliği sorgulanmalıdır.
Seçilmiş Hakimler
Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine
taraf olan devlet sayısı kadar hakimden oluşmaktadır. 2000 yılı
Nisan ayı itibariyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine kırk bir
devlet taraf olduğundan dolayı, her bir devletten bir hakim olmak
üzere Mahkemede kırk bir hakim görev yapmaktadır. Bunlardan on tanesi
eski Komisyon üyesi, on tanesi eski Divan hakimi, yirmi bir tanesi
ise daha önce Avrupa İnsan Hakları mekanizmasında görev yapmamış
olan yeni hakimlerdir.
Bir devletin birden fazla vatandaşının
hakim olması eski dönemde mümkün değilken yeni Mahkemede bu mümkün
hale getirildi. Örneğin, İtalya, San Marino ve Malta adına görev
yapan üç İtalyan hakim mevcut olabilmektedir.
Eski dönemde hakimler 9 yıl süre
için seçilirken yeni dönemde bu süre 6 yıla indirilmiştir. Her üç
yılda hakimlerin yarısının yenilenmesini sağlamak amacıyla ilk seçimde
seçilen hakimlerin yarısının görev süresinin üç yıl sonra sona ermesi
öngörülmüştür. Mahkemede görev yapan Türk hakimin görev süresi 2001
yılında sona erecektir. Her iki dönemde de hakimlerin yeniden seçilebilmeleri
mümkün kılınmıştır.
Hem yeni dönemde hem de eski dönemde
hakimlerde aranılan şartlar ise, yüksek ahlaki karaktere sahip olma
ve yüksek mahkeme üyesi olabilme niteliklerini taşımaları olarak
ifade edilmiştir. Hem yeni mahkemede hem de eski Divanda hakimler
kendi devletlerini temsilen değil, kendilerini temsilen görev yapmaktadırlar
ve görevlerini yerine getirirken tamamen bağımsız ve tarafsızdırlar.
Yeni yapıda tam zamanlı olarak çalışan hakimlerin hakimlik göreviyle,
tarafsızlıkla veya bağımsızlıkla bağdaşmayan herhangi bir iş yapmaları
yasaklanmıştır.
Divanda kuruluşundan beri dört Türk
hakim görev yapmıştır. Bunlar sırasıyla, 1959- 1965 yılları arasında
Kemal Fikret ARIK, 1966-1972 yılları arasında Suat Bilge, 1973-1977
yılları arasında Ali Bozer ve 1977-1988 yılları arasında Feyyaz
Gölcüklü'dür. Halihazırda Mahkeme de görev yapan Türk hakim ise
Rıza Türmen'dir.
Hakimlerin Seçimi
Hakimlerin Mahkemenin temel unsurunu
oluşturmalarından dolayı seçim süreçleri ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Hem eski dönemde hem de yeni dönemde hakimlerin seçimi, üye ülkelerin
göstereceği üç kişilik aday listesi arasından Avrupa Konseyi Parlamentosunda
yapılan oylama ile gerçekleştirilmektedir.
Hakimler altı yıllık süre ile seçilmelerine
rağmen, mahkemenin tamamen yenilenmesinden kaçınmak için her üç
yılda bir hakimlerin yarısının yenilenmesi öngörülmüştür. Her üç
yılda bir yapılacak düzenli seçimler dışında, yetmiş yaşın doldurulması,
ölüm, istifa gibi nedenlerle de yeni hakim seçilmesi durumu gündeme
gelebilecektir.
Hukuki Sorunlar ve İnsan Hakları
Komitesinin tavsiyesi üzerine Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi
hakimlerin seçimi ile ilgili kendi prosedürünü geliştirmeye 1996
yılında karar vermiştir. Bu amaçla hakimlerin seçim sürecine bazı
yenilikler getirilmiştir. Bunlar, sırasıyla, özgeçmişlerin standartlaştırılması,
mülakata tabi tutma ve milli seviyede aday belirleme kriterleri
geliştirilmesidir.
Özgeçmişlerin Standartlaştırılması
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hakim
adaylarına gönderilmek üzere bir model özgeçmiş geliştirilmesine
karar verilmiştir. Eski Divan döneminde de bazen adaylar tarafından,
bazen aday gösteren ülkeler tarafından adayların özgeçmişleri Parlamenterler
Meclisi'ne sunulmaktaydı. Bu özgeçmişler standart olmaktan öte,
kişilerin kendi vermek istedikleri bilgileri içeriyordu. Verilen
özgeçmişler tek bir yapıda ve sistematikte olmadığı için adayları
mukayese etme imkanı sağlamıyordu. Hatta bazen, en temel bilgiler
eksik olan özgeçmişlere rastlanabiliyordu. 1082 sayılı karar ile
adayların özgeçmişlerindeki bilgileri sistematik olarak ve benzer
hatta aynı yapıda sunmalarının adaylar arasında mukayeseyi kolaylaştıracağı
vurgulanmış ve 1082 sayılı kararın bir parçası olarak resmi bir
özgeçmiş şekli oluşturulmuştur. Bu özgeçmiş formu 1999 yılında güncelleştirilmiştir.
Model özgeçmiş formu tüm adaylara
gönderilmekte ve adaylardan doldurmaları istenilmektedir. Birçok
hakim adayı özgeçmişini ciddiyetle ve özenle hazırlarken bazı adayların
çok "ayrıntıcı" oldukları görülmüştür. Örneğin bir aday
yirmi sayfalık eser listesi sunmuştur; özgeçmişin toplam uzunluğu
ise yirmi beş sayfayı bulmaktadır. Yüz yirmi üç adayın her birinin
bu kadar kapsamlı özgeçmiş sunması durumunda Parlamenterlerin gözden
geçirmesi gereken bilgi korkunç bir büyüklüğe ulaşmaktadır.
Bazı özgeçmişler eksik bilgi içermekte,
diğer bazıları ilgisiz ve gereksiz bilgileri ihtiva etmektedir.
Örneğin, Hırvatistan adayı Granic ve İspanya adayı Rodriguez Zapana
Perez pasif dinleyici olarak katıldıkları akademik ve diğer toplantıların
uzun bir listesini sunmuşlardır.
Özgeçmiş formu ile verilen bilgilerin
doğruluğu kontrol edilmemekte doğru oldukları varsayılmaktadır.
Özgeçmiş formunun sonunda seçilmeleri durumunda Strasbourg'da ikamet
edeceklerine dair adaylardan taahhütte bulunmaları istenilmektedir.
Mahkemenin düzenli ve verimli çalışabilmesi açısından hakimlerin
Strasbourg'da ikamet ediyor olmaları kuşkusuz önem taşımaktadır.
Mülakata Tabi Tutma
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hakim
adaylarının Hukuki Sorunlar ve İnsan Hakları Komitesinin bir alt
Komisyonu tarafından mülakata tabi tutulmalarına karar verilmiştir.
Parlamenterler Meclisi bu mülakatların Mahkemenin yerleşmiş olduğu
Strasbourg yerine ulaşım kolaylığını dikkate alarak Avrupa Konseyinin
Paris bürosunda yapılmasına karar vermiştir. Bu karar doğrultusunda
17-19 Aralık 1998, 7-9 Ocak 1998, 6 Nisan 1998 ve 7 Ocak 1999 tarihlerinde
mülakatlar İnsan Hakları Alt Komitesi tarafından gerçekleştirilmiştir.
Alt Komitede Parlamenterler Meclisindeki siyasi gruplar orantılı
olarak temsil edilmiştir.
Alt Komite Sözleşmeye taraf her bir
Devlet adayları için bir saatlik bir zaman dilimi ayırmıştır. Her
bir aday ise on beş dakika mülakata tabi tutulmuştur. Geriye kalan
son on beş dakika ise adayların mukayese edilmesi ve değerlendirilmesi
için kullanılmıştır. Böylesine önemli bir görev için on beş dakikanın
yeterli olup olmadığı tartışma konusu yapılabilir. Ancak, alt komitenin
yüz yirmi üç adayı mülakata tabi tutmak durumunda olduğu da gözden
uzak tutulmamalıdır.
Mülakatlar sonuçları bir rapora dönüştürülerek
Hukuki Sorunlar ve İnsan Hakları Komisyonuna ve Parlamento Sekreterliğine
sunulmuştur. Sekreterlik bu raporu tüm Parlamenterlerin bilgisine
sunmuştur.
Devletlerin seçim sırasında takındıkları
tavır, alt komitenin mülakat sonrası tavsiyeleri doğrultunda olmuştur.
Bu durumun belki tek istisnasını İngiltere oluşturmuştur. Alt Komite
tarafından önerilen adayın değil, listesindeki başka bir adayın
seçilmesini İngiltere Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde sağlamıştır.
Parlamenterler Meclisi, 1999 yılında
yapılan mülakatların adayların nitelikleri hakkında daha iyi bilgi
vermesi ve dolayısıyla adaylar arasında Parlamenterler Meclisinin
daha bilinçli karar vermesine katkıda bulunması açısından çok faydalı
olduğuna ve devam etmesine karar vermiştir.
Seçim Takvimi Geliştirilmesi
Her üç yılda bir yapılması gereken
düzenli seçime ilave olarak, görev yapan hakimin 70 yaşına ulaşması,
istifa etmesi, ölmesi gibi durumlarda ara seçim yapılması da gerekebilir.
Netice olarak, hakim seçimi sık sık Parlamenterler Meclisinin gündeminde
olacaktır. Boşalan hakimlik makamlarını doldurmak için adayların
tespiti ve seçilmeleri mümkün olduğu kadar çabuk yapılmalıdır. Bunu
sağlamak üzere önceden adayların tespit ve seçimi ile ilgili bir
takvim olması oldukça faydalı olacaktır.
Geçmişte, görev yapan hakimin görev
süresinin sonuna doğru, çok kısa bir zaman diliminde ilgili devlete
aday bildirmesi için bildirim yapılmıştır. Gecikmelere yol açan
bu uygulama yarı zamanlı çalışan Divan zamanında bile bir çok soruna
yol açmıştır. Adayların tespiti ve seçimi süreci bir takvime bağlı
olarak yürütülürse gecikmeden doğabilecek zararlar giderilebilir.
Tekrar seçilen adaylar için olmasa bile yeni seçilen adaylar için
mahkemede çalışmaya hazırlanmaları için zaman tanınmalıdır. Ayrıca,
süre tanınması yeni seçilen hakimler için özellikle önemli olmakla
birlikte, aday olduğu halde seçilemeyen mevcut hakimler içinde yeni
iş bulma ve ülkelerine dönme hazırlıkları yapmaları açısından önemlidir.
Bu durumu dikkate alan Parlamenterler Meclisi mahkemenin üyelerinin
yenilenmesi sürecinde uyulması gereken bir takvim öngörmüştür.
Takvimin toplam süresi on iki aydır.
Görev yapan hakimin görev süresi bitim tarihinden on iki ay önce
seçim takvimi işlemeye başlamalıdır. Şöyle ki, üye ülkelerin hükümetlerine
adaylarını seçmeleri ve Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bildirmeleri
için verilmesi gereken süre dört ay; adayları değerlendirmesi ve
Parlamenterler Meclisine aday listesini sunması için Bakanlar Komitesi'ne
verilmesi gereken süre bir buçuk ay; seçim süreci için Parlamenterler
Meclisine verilmesi gereken süre iki buçuk ay (Parlamenterler Meclisinin
toplantı zamanına bağlı olarak bu süre daha uzunda olabilir); seçilen
hakime işlerini tasfiye etmesi ve Strasbourg'da yerleşmesi için
verilmesi gereken süre dört ay olmalıdır.
İnsan Hakları Mahkemesi hakimlerinin
kısmi yenilenmesi 1 Kasım 2001 yılında yapılacağından dolayı, yeni
hakimlerin seçim süreci bu tarihten bir yıl önce başlamalıdır. 1
Kasım 2000 yılından önce Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Sözleşmeye
taraf devletlerin hükümetlerine aday belirleme sürecini başlatmalarını
hatırlatan ilk mektubu göndermelidir.
Milli Seviyede Aday Tespiti
Milli seviyede üç hakim adayının
seçim süreci ağır eleştirilere konu olmaktadır. Taraf devletlerin
kendi ülkelerinde hakim olarak görev yapacak kişilerin seçim kriterlerini
katı kurallarla belirledikleri halde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
aday hakim seçiminin milli hukuklar düzeyinde takip edilen kuralları
bulunmamakta veya var olan kurallara fazla uyulmamaktadır. Adayların
belirlenmesi tamamen milli otoritelerin takdirine bırakılmıştır
ve aday belirlenmesinde takip edilen usul ülkeden ülkeye farklılık
göstermektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
22. Maddesi'nde kullanılan "Yüksek Sözleşmeci Taraf" kavramı
üç kişilik aday hakim listesinin belirlenmesinin tamamen milli hükümetlere
ait bir konu olup olmadığı tartışmasını açmaya elverişli bulunmaktadır.
Avrupa İnsan hakları Mahkemesinde
hakim olabilmenin kriterleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde
düzenlenmiştir. Bu düzenleme hakimlerin niteliklerine ve moral kalitesine
ilişkindir. Şöyle ki, Sözleşmenin 21 maddesi, "1. Hakimler,
yüksek ahlaki vasıflara sahip olan ve yüksek yargısal göreve atanmak
için gerekli niteliklere sahip veya ehliyetleri ile tanınmış hukukçulardan
olmalıdır.....".
Hakimlerinin seçimine ilişkin milli
usullerinin ülkeler arası mümkün olduğu oranda uyumlaştırılması
ve geliştirilmesi gerekmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
hakim olarak görev yapacak adayların milli seviyede belirleniş usullerini
ortaya koymak amacıyla Avrupa Konseyi bünyesinde bir anket çalışması
yapılmıştır.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi
üyesi milli delegelere 24 Haziran 1997 tarihinde gönderilen anket
formuyla altı soru yöneltilmiştir. Bu sorular sırasıyla;
1- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
hakim olarak seçilmek üzere sunduğunuz aday listesi nasıl belirlendi?
Liste hazırlanırken Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde görev
yapan milli delegeye danışıldı mı, eğer danışıldı ise hangi boyutta?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi için aday hakim aranıldığı ülkenizde
ilan edildi mi?
2- Ülkenizin Avrupa Konseyine katıldığı tarihten beri sunulan listelerde
yer alan adayların mesleki faaliyetleri nelerdi?
3- Adayların insan hakları alanında tecrübeleri var mı?
4- Adaylar siyasi görevde bulundular mı? Eğer cevabınız olumlu ise,
ne gibi kamusal sorumluluk ve kişisel sorumluluklar taşıdılar?
5- Adaylarda bulunması gereken "yüksek ahlaki karakter"
nasıl değerlendirildi?
6- Adaylardan kaç tanesi kadınlardan oluşuyordu? Görevleri nelerdi?
Ankete verilen cevapların analizi
neticesi ortaya çıkan sonuçlar şunlardır. 40 ülkenin Parlamenterler
Meclisinde görev yapan milli delegelerine gönderilen anket sorularına
sadece 20 ülkeden yanıt gelmiştir. Cevap veren ülkeler, Belçika,
Bulgaristan, Hırvatistan, Çekoslovakya, Estonya, Filanda, Yunanistan,
Litvanya, Lüksenburg, Malta, Hollanda, Norveç, Polonya, Portekiz,
San Marino, İspanya, İsviçre, Türkiye ve İngiltere'den oluşmaktadır.
En son yanıt anket soruları gönderildikten bir yıl sonra, Haziran
1988 de alınmıştır. Açıklıkla ve net olarak cevap verme konusunda
tüm ülkelerin aynı özeni göstermedikleri, bazı ülkelerin gereksiz
ayrıntıya girerken, bazı ülkelerin soruları anlamadığı görülmüştür.
Bununla birlikle alınan yanıtlardan adayların kalitesi ve belirlenme
süreçleri hakkında bazı hususları tespit edebilmek mümkün olabilmiştir.
Adayların tespiti süreci tamamen
milli hükümetlerin yetkisi dahilinde gerçekleşmiştir. Belçika ve
Slovenya'da son karar ülke parlamentoları tarafından verilmiştir.
Estonya, Malta, Hollanda, San Marino, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye,
İngiltere gibi bazı ülkelerde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde
görev yapan milli delegelerin görüşleri, adayları mülakata tabi
tutma formunda, sorulmuştur. Avusturya, Malta, Polonya, İngiltere
gibi bazı ülkelerde adayların seçim usulü, açıklıktan uzak olmasından,
keyfi siyasi kararların sonucu olmasından dolayı basında eleştiri
konusu yapılmıştır. Hatta, Hırvatistan, Fransa, Lüksenburg, Polonya
ve Slovenya gibi ülkelerden Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine
adayların belirlenme yöntemine ilişkin şikayetler yapılmıştır.
Yalnızca Belçika, Hırvatistan, Polonya ve İngiltere aday aranıldığını
kamuoyuna duyurmuştur. Duyuru, büyük gazetelere ilan verme şeklinde
gerçekleşmiştir. Bazı Devletler ise kamu kurumlarında ve üniversitelerde
sınırlı bir duyuru yapmışlardır. Bu ikinci durumda Yüksek mahkemeler
ve hukuk fakültelerince önerilen adaylar iki aşamalı bir sürece
tabi tutulmuşlardır. Ön seçim, bakanlıkta oluşturulan bir komite
tarafından önceden belirli olmayan kriterler ışığında yapılmıştır.
Son seçim ise Adalet Bakanı ve Dışişleri Bakanı tarafından birlikte
yapılmıştır.
San Marino ve Liechtenstein aday
olarak kendi vatandaşı olmayan ancak Avrupa Konseyi üyesi olan başka
bir devletin vatandaşını aday olarak göstermiştir.
Hakimlerin Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde görev süreleri 70 yaş sınırı ile sınırlandırılması
açık hükmüne rağmen gösterilen adayların yaklaşık yarısı 11 nolu
protokolün yürürlük tarihinde 65 veya daha yaşlı bulunmaktadırlar.
Çok genç (30-39 yaş arası) adayların oranı oldukça düşük bulunmaktadır.
Adayların meslekleri ise; yüksek
mahkemelerde çalışan hakimler ve savcılar en sık karşılaşılan meslek
grubunu oluşturmaktadır. Diğer taraftan, Anayasa mahkemelerinden
ve normal mahkeme hakimlerinden de az da olsa adaylara rastlanılmıştır.
Hukuk profesörleri oldukça iyi temsil edilmiştir. Göreceli olarak
sınırlı sayıda (19 adet) avukat, siyasetçilerden ise çok daha az,
5 kişi, aday listesine konulmuştur.
Devlet organlarında görev yapan
adayların çoğunun Adalet Bakanlığı veya Dışişleri Bakanlığı mensubu
olduğu görülmektedir. Hükümetler diplomatları hakim adayı göstermekte
de tereddüt göstermemişlerdir; Türkiye, Rusya ve Slovenya Avrupa
Konseyi nezdindeki daimi temsilcilerini aday göstermişlerdir.
Standartlaştırılmış özgeçmiş modeli,
adaylara tecrübelerini, mesleki faaliyetlerini ve yayınlarını değerlendirme
imkanı vermiştir. Bu verilerin incelenmesi açıkça göstermektedir
ki, göreceli olarak çok az sayıda aday insan hakları konusunda tecrübe
sahibidir. İnsan hakları konusunda tecrübe sahibi olanların tecrübeleri
de, insan hakları sahasında hükümet dışı organizasyonlarda görevlerde
bulunma, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi'nde insan hakları
ile meseleleri ele alan uzmanlar komitesindeki görevlerde bulunmaktan
oluşmaktadır. Bazı devletler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
veya Komisyonunda hükümet ajanı veya Devlet avukatı olarak çalışan
kişileri aday göstermişlerdir. Bunun dışında, adayların birçoğu
bahse değer bir insan hakları faaliyeti belirtmemişlerdir.
Adayların moral karakterlerini nasıl
değerlendirdikleri sorusuna genelde belirsiz cevaplar verilmiştir.
Birçok durumda adayın ahlaki karakteri takdir edilmiş, ancak herhangi
bir delil verilmemiştir.
Yüksek ahlaki karakter kriterinin
ifade edilmesi güçlük arz etmektedir, ancak iki açıdan değerlendirilebilir.
İlk olarak, adayın hali hazırda yaptığı işi yürütebilmesinin ön
şartı yüksek ahlaki karaktere sahip olması ise, anılan görevde olmasının
yüksek ahlaki karaktere sahip olduğunu gösterdiği varsayılabilir.
İkinci olarak, aday Avrupa Konseyinin temelini oluşturan ilkelere
ve değerlere bağlılığının açık delilini verebilir.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi
hakim aday listesinde en az bir bayan adayın bulunmasını tavsiye
eden karar almıştır. Bu tavsiye kararı devletlerin çoğu tarafından
görmezlikten gelinmiştir. Yirmi altı ülkenin hakim aday listesinde
bayan adaya yer verilmemiştir. On ülke listelerinde bir kadın adaya,
dört ülkede listelerinde iki kadın adaya yer vermiştir. Kadın adaylara
listenin ilk sırasında yer verilmesi de çok istisnai bir durum oluşturmaktadır.
Hollanda, Slovenya ve Bulgaristan kadın adayı ilk sıraya koymuştur.
Kadın aday sayısı az olduğundan dolayı Parlamenterler Meclisindeki
seçimde kadın adaylar lehine pozitif ayırımcılık yapıldığı ifade
edilebilir.
Alt komite tarafından yapılan mülakatlar
esnasında da adayların nitelikleri konusunda tecrübe kazanma fırsatı
söz konusu olmuştur. Mülakat Avrupa Konseyinin iki resmi dilinde
(İngilizce ve Fransızca) yapılmış ve mülakat boyunca adayların dil
yeteneklerinin gözlemlenmesi fırsatı edinilmiştir. Adayların önemli
bir bölümünün İngilizce veya Fransızca'yı anlamada güçlükleri olduğu
gözlenmiştir.
Mülakat sonrası ilk sırada olan
adaylar genelde yerlerini korumuşlardır. Bunun nedeni, ilk adayın
genelde en iyi olmasıdır: devletler genelde ilk sıraya iyi nitelikli
adayları koydukları, diğer iki adayı üç isim sunma yükümlülüğünü
yerine getirmek için listede yer verdikleri gözlenmiştir. Bulgaristan,
Hırvatistan ve San Marino'nun sunmuş olduğu aday listeleri, listedeki
adaylardan sadece birisinin istenilen nitelikleri taşıması dolayısıyla,
listenin gerçekte üç aday içermediği gerekçesi ile reddedilmiştir.
Alt komitenin aday sıralamasını
değiştirdiği durumlarda da bu tavsiye Parlamenterler Meclisi tarafından
dikkate alınmamıştır. Alt komite bir kaç ülke ile ilgili isim tavsiye
etmekten kaçınmıştır. Bazen de hükümetler, Portekiz örneğinde olduğu
gibi, ilk verdikleri aday listesini geri çekmiştirler.
Hükümetlerin destekledikleri adaylar
genelde Parlamenterler Meclisinde seçilmişlerdir. Daha önce Komisyon
üyesi veya Divan hakimi olan adaylar otomatik olarak seçilme lüksüne
sahip olamamışlardır. Listede hem komisyon üyesi hem de Divan hakiminin
birlikte olması durumunda Divan hakimleri genelde kazanan taraf
olmuşlardır.
Özetle, anket sonuçları, adayların
belirlenme metotlarının ülkeden ülkeye değişiklik gösterdiğini,
birçok ülkenin adayların belirlenmesine ilişkin önceden düzenlenmiş
kurallarının olmadığını, hükümetlerin önemli bir kısmının listede
kadın adaylara yer vermediğini, listeye alınan adayların Sözleşmede
öngörülen kriterleri zaman zaman taşımadığını (örneğin, insan hakları
konusunda tecrübe eksikliği, iki resmi dilden en az birinde yeterli
olmama gibi) ortaya koymuştur.
Aday Belirleme Kriterleri
Anket sonuçlarının ortaya koyduğu
yetersizlikleri gidermek, bir sonraki seçimde hükümetlere yardımcı
olmak ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde hakimlik görevini yapabilecek
mümkün olan en iyi adaya sahip olmak amacıyla Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi, Sözleşmeye taraf devletlerin üç hakim adayını belirlemede
takip etmeleri gereken usule ilişkin tavsiye kararı almıştır. Bu
tavsiye kararı ile 2001 ve 2004 yılında yapılacak seçimlerde takip
edilecek prosedürün geliştirilmesi amaçlanmıştır.
Tavsiye kararları beş başlık altında
toplanılmıştır. İlk olarak, Sözleşmede öngörülen şartları taşıyan
adaylara ulaşabilmek amacıyla aday aranıldığı basın yoluyla kamuoyuna
duyurulmalıdır. İkinci olarak, adayların insan hakları konusunda
uygulayıcılardan oluşması veya insan hakları alanında faaliyet gösteren
hükümet dışı kuruluşlarda aktif olan deneyim sahibi kişilerden oluşması
sağlanmalıdır. Üçüncü olarak, her iki cinsiyetten adaylar seçilmelidir.
Dördüncü olarak, adayların Avrupa Konseyinin resmi dilleri olan
İngilizce ve Fransızca dillerinin en az birinde çalışabilecek kadar
seri olmalarına özen gösterilmelidir. Beşinci olarak, adayların
isimleri alfabetik sıraya konulmalıdır. Ayrıca, Parlamenterler Meclisi,
Bakanlar Komitesinden üye devlet hükümetlerinin milli parlamentolarına
listeyi hazırlarken danışmaya davet etmesini tavsiye etmiştir. Bu
uygulama ülke düzeyinde aday belirleme prosedürünün açıklığını sağlayamaya
da yardımcı olabilecektir.
Hakimlerin İdari Görevleri
Mahkemenin bir başkanı ve iki başkan
yardımcısı bulunmaktadır. Başkan ve başkan yardımcıları mahkeme
hakimleri arasından seçilmektedir. Yeni Mahkeme, üç yıllık bir dönem
için başkanını, iki başkan yardımcısını seçmektedir. 2000 yılı sonu
itibariyle Mahkeme Başkanlığı İsviçre'li hakim M. Lozius Wildhaber,
başkan yardımcılıkları İsveçli hakim Elisabeth Palm ve Yunanistanlı
hakim Christos Rozakis tarafından yürütülmektedir.
Mahkeme İçtüzüğü mahkemeyi dört Daireye
(Section) ayırmıştır. Dairelerin kompozisyonu üç yıl için sabit
olup, coğrafi bölge ve cinsiyet dağılımı açısından dengeli olarak
ve Sözleşmeci Devletlerin sahip oldukları farklı hukuk sistemleri
dikkate alınarak oluşturulmuştur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
görev yapan 41 hakimden her biri bir Dairede görev yapmaktadır.
Yeni yapıda Mahkeme dairelerden
oluşmakta olduğundan "Daire Başkanlığı" makamı ihdas edilmiştir.
Her Dairenin bir başkanı ve bir başkan yardımcısı mevcuttur. Dört
Daireden ikisinin başkanlığı, aynı zamanda mahkeme başkan yardımcısı
olan iki hakim tarafından yürütülmektedir. Diğer iki Daire için
ise, iki başkan seçilmektedir.
Mahkemede görev yapan Türk hakim
Birinci Dairede görev yapmaktadır. Bunun anlamı, Türkiye aleyhine
yapılan başvuruların 10 hakimden oluşan 1. Daire bünyesinde oluşturulacak
7 kişilik Kurul tarafından karara bağlanılmasıdır. Birinci Dairede
Türkiye ile birlikte İsveç, Andora, San Marino, İzlanda, Romanya,
Hollanda, Moldova ve Estonya yer almaktadır.
Yeni mahkeme, Komite, Kurul (Chamber)
ve Büyük Kurul (Grand Chamber) adı verilen heyetler halinde çalışmakta
ve karar vermektedir. Her bir heyetin oluşumu ve işlevi ana hatları
ile şu şekildedir.
Her Daire bünyesinde 12 ay süre ile
sabit olan 3 hakimden oluşan Komiteler oluşturulur. Yeni yapıda
Komiteler önemlidir, çünkü daha önce Komisyon tarafından yerine
getirilen filtre işlevi yeni yapıda Komiteler tarafından yerine
getirilmektedir.
Her bir Daire bünyesinde, rotasyona
tabi olarak 7 üyeden oluşan bir kurul oluşturulmuştur. Kurulun oluşumu
sabit olmayıp olaydan olaya değişmektedir. Kurulda, Dairenin Başkanı
ve inceleme konusu olayla ilgili devletin milli hakimi yer almaktadır.
İnceleme konusu devletin milli hakimi yargılama yapan Dairede görevli
değilse, dışardan üye olarak Daireye katılmaktadır.
Mahkeme bünyesinde 17 hakimden oluşan
Büyük Kurul da üç yıl için oluşturulur. Oluşumda coğrafi denge ve
farklı hukuk gelenekleri dikkate alınmaktadır. İki adet Büyük Kurul
mevcuttur.
Bürokrat Hukukçular
Seçilmiş hakimlerle birlikte mahkemede
bürokrat hukukçular da görev yapmaktadır. Devamlı statüde hukukçu,
geçici statüde hukukçu ve stajyer hukukçu olmak üzere üç farklı
kategoride bürokrat hukukçu istihdamı söz konusudur. Her bir kategorinin
özlük hakları ve maaşları arasında büyük farklar bulunmaktadır.
Dosyaların incelemesini yapan hukukçular,
onların hukukçu asistanları ve destek elamanları (muhasebe, teknoloji,
güvenlik, tercüme, doküman hazırlama, yayın, basın ve halkla ilişkiler
personeli gibi) Mahkeme Genel Sekreterliğine bağlı olarak çalışmaktadırlar.
Mahkeme Genel Sekreterliğinin yanında her bir Daire kendi Genel
Sekreterliğine sahiptir. Daire Genel Sekreterliği, Dairenin idari
ve hukuki işlerinin yürütülmesinden sorumludur.
Mahkemenin idari işleri, başvuru
sahipleri ile yazışma, dosyaların incelenmesi gibi işleri Genel
Sekreterlik tarafından yerine getirilmektedir. Genel Sekreterliğin
başında bulunan Genel Sekreter önemli bir güce sahiptir. Genel Sekreter
mahkeme genel kurulu tarafından seçilmektedir. Genel Sekreterde
olması gereken nitelikler ve atanma usulü İçtüzük tarafından ayrıntılı
düzenlenmiştir. Buna göre, Genel Sekreterlik görevine atanacak kişilerin
yüksek ahlaki karaktere sahip, hukuki, idari ve dil bilgisi olan
ve görevi yapabilecek derecede tecrübe sahibi olması gerekmektedir.
Eski dönemde Genel Sekreter 7 yıllık
bir süre için seçilirken yeni dönemde bu süre 5 yıla indirilmiştir.
Bu sürenin sonunda yeniden seçilebilmek mümkündür. Seçimde oylama
gizli olarak yapılır ve ancak seçilmiş hakimler oy kullanabilir.
Adaylardan herhangi birisi seçilmiş hakimlerin yarısından bir fazlasının
oyunu alamazsa en çok oyu alan iki aday arasında tekrar seçim yapılır.
Oyların eşitliği durumunda öncelik, varsa bayan adaya verilir; bayan
aday olmaması durumunda ise daha yaşlı olan adaya öncelik verilir.
Göreve başlamadan önce mahkeme genel kurulu önünde Genel Sekreter
yemin eder. Görevden alınabilmeleri ise, gerekli koşulları kaybetmeleri
halinde mahkeme genel kurulunun üçte ikisinin oyu ile mümkündür.
Genel Sekreterin görevleri ise; Mahkemenin
işlevini yerine getirmesine yardım etmek; Mahkeme başkanı adına
Genel Sekreterliğin organizasyonu ve faaliyetlerinden sorumlu olmak;
Mahkemenin kayıtlarını tutmak; Mahkeme önüne getirilen davalarla
ilgili yazışmalara aracılık etmek; Mahkeme işlerine ilişkin basından
ve diğer kuruluşlardan gelen bilgi taleplerini karşılamak; Yazı
İşleri müdürlüğünün çalışma usulünü belirleyen, mahkeme başkanı
tarafından onaylanan, genel talimatlar hazırlamaktır.
Mahkemeye yapılan başvuruların yaklaşık
üçte ikisinin bürokrat hukukçuların kullandıkları ikna yöntemi ile
devre dışı kalıyor olması dikkat çekicidir. Hakkı ihlal edildiğini
düşünen kişi başvurusunu Mahkeme Genel Sekreterliğine yapmaktadır.
Başvuran ile yazışmalar, olayın araştırılması ve hüküm taslağı yazılması
işlemleri bürokrat hukukçular (genellikle aleyhine başvuru yapılan
devletin vatandaşı) tarafından yerine getirilir. Eğer bürokrat hukukçu
başvurunun ilerleyen aşamalarda yaşama şansına sahip olduğu kanaatinde
değilse, başvuran kişiyi bu kanaatinden haberdar edilerek başvurusunun
kayıt edilmesinde ısrarcı olmamaya ikna etmeye çalışır. Yaklaşık
olarak yapılan başvuruların üçte ikisi bu yolla devre dışı kalmaktadır;
geçici dosya açılmakta ancak kesin kayıt yapılmamaktadır. Bu süreç
hakim denetimine tabi değildir.
İlk başvuru mektupları genellikle
darmadağın bilgiler yumağı, değer yargıları ve tasnif edilmemiş
iddiaları içermelerinden dolayı başvuruyu inceleyen bürokrat hukukçu
özü görmeyebilir ve başvuruyu kaydetmeyebilir veya başvuranın ısrarı
üzerine kaydetse bile komite prosedürüne tabi tutabilir. Eğer başvuru
sahibi başvurusunun kayıt edilmesinde ısrarcı olursa bu durumda
başvuru kaydedilir ve Genel Sekreterlik tarafından ilgili Daire
başkanına bir Raportör hakim ataması için dosya gönderilir.
Raportör hakime de Genel Sekreterlikteki
görevli bir veya birden fazla bürokrat hukukçu tarafından yardım
edilir. İnceleme, genellikle ciltlerce evrakın ve birden çok karmaşık
ihlali içermesi dolayısıyla, başvuranın sadece ana dilinde uzmanlığı
değil aynı zamanda hukuk sistemi ve hukuk kültürü hakkında da bilgi
sahibi olmayı gerekli kılmaktadır.
Raportör Hakim Seçimi
Sistemlerindeki önemlerinden dolayı
Raportör hakimler ayrı olarak incelenmeye değer. Başvuru dosyası
için Raportör hakim seçimi çok hassas bir konudur. Kayıt edilen
her bir bireysel başvuru bir Daireye yönlendirilir. Daire başkanı,
dosyayı incelemek üzere bir Raportör hakim tayin eder. Dilekçenin
ön incelemesi İçtüzük uyarınca mahkeme üyeleri arasından seçilen
bir raportör hakim tarafından yapılır. Raportör dosyanın daha sonraki
seyri hakkında karar verir. Dosyanın 3 kişiden oluşan Komiteye mi
yoksa Daire ye mi yoksa büyük Daireye mi yönlendirilmesine karar
verir.
Başvuru sahibinin dilini, hukuk sistemini
ve idari uygulamalarını anlayabilecek bir raportör hakim tarafından
dosyanın incelenmesi oldukça önemlidir. Hakimin ilgili Devletin
hukuk kültürünü ve hukuk sistemini anlamasına gerçekten ihtiyaç
vardır. Bunun anlamı, genellikle milli hakimin "raportör hakim"
olarak atanmasıdır. Ancak, burada problemler karşımıza çıkmaktadır.
Yeni atanan "milli hakimler"
Sözleşme sistemi hakkında gerekli bilgilere sahip olmama ve kendi
hukuk sisteminden fazla uzaklaşamama riski taşımaktadırlar. Hatta,
teorik olarak, taraf tutma riski de mevcuttur (hükümet ve birey
arasında hakim tarafsız olmayabilir). Ayrıca, bazı hakimlere aşırı
iş yükü yüklenmesi riski de söz konusu olabilir. Alınan yıllık başvuru
sayıyı devletten devlete büyük farklılık göstermektedir. Bu durum
büyük ölçüde ülkelerin nüfuslarına bağlıdır. Eğer milli hakimler
kendi ülkelerinden gelen dosyaların "raportör hakimi"
olurlarsa, bu durumda Andora, San Marino gibi ülkelerin hakimlerine
fazla iş olmayacaktır. Başvuru sayısının miktarı, nüfus dışında
başka faktörlere de bağlı olabilir. Şöyle ki, halkın ve hukukçuların
Sözleşme sistemi hakkında genel bilgisi ve bu grupların milli hukukları
ile mukayese ettiklerinde Sözleşme sistemini nasıl algıladıkları
başvuru sayısını etkileyecektir. Eğer herhangi bir devlet iyi işleyen
bir insan hakları koruma mekanizmasına sahipse Mahkemeye başvurular
oldukça az olacaktır.
Mahkemenin Sözleşmeyi Yorumu
Mahkemeye başvurular, Sözleşmeye
taraf devletlerin yasama, yürütme ve yargı organlarının tavırlarını
gözden geçirilmesi talebiyle yapılır. Sözleşme, taraf devletlerin
egemenlik hakları ile Sözleşme kurumlarının denetim gücü konusunda
bir denge oluşturma çabası içerisindedir. Sözleşme taraf devletlerin
karşılıklı menfaatleri için haklar değiştirmelerine imkan sağlayan
geleneksel anlamda bir Sözleşme olmadığı gözden uzak tutulmamalıdır.
Sözleşmenin konusu ve amacı, bireylerin temel haklarının hem vatandaşı
olduğu devlete karşı, hem de diğer taraf devletlere karşı korunmasıdır.
Sözleşmede yer alan hükümlerinin
amacını tespit etmek ve hayata geçirmek açısından Sözleşmenin Mahkeme
tarafından yorumu çok önemli bir ihtiyaçtır. Sözleşmede yer alan
güvencelerin pratik ve etkin olmasını sağlayacak şekilde Sözleşme
yorumlanmalıdır.
Sözleşmenin belirli karakterlerini
dikkate alarak mahkeme birkaç yorum prensibi getirmiştir. Bu prensiplerden
en önemlileri şunlardır. İlk olarak, milli hukuklarda yer alan benzer
kavramlara karşı Sözleşme kavramları bağımsızdır. Birçok hükmünde
Sözleşme taraf devletlerin iç hukuklarında bulunan kavramlara yer
vermektedir. Sözleşme kavramlarına verilecek olan somut anlam milli
hukukun bu kavramlara verdiği anlamla özdeşleştirilecek olursa,
çeşitli taraf devletlerin milli hukukları farklı şekillendiğinden
dolayı Sözleşme sistemi altında eşit olmayan bir koruma söz konusu
olurdu. Bu tür bir eşitsizlikten kaçınmak ve Sözleşmede korunan
haklar açısından ülkeler arası tutarlılığı sağlamak amacıyla Mahkeme,
Sözleşmede kullanılan terimlerin iç hukuklardaki anlamlarından bağımsız
olduklarını kabul etmiştir. Bununla birlikte, ilgili devletlerin
yasaları büsbütün önemsiz değildir; analiz için başlangıç noktaları
oluşturur. Benzer şekilde, taraf devletlerin hukuk sistemlerinin
mukayeseli çalışılması ortak yaklaşımların varlığını ve Sözleşmedeki
kurumların özünün tek tip olmasını ortaya koyabilir.
İkinci olarak, toplumun değişen ihtiyaçlarına
göre Sözleşme güvenceleri uyarlanarak Sözleşme metni geliştirici
olarak yorumlanmalıdır. Sözleşmede ifade edilen kavramların çoğu,
demokratik toplumun hukuki ve sosyal yapısıyla bağlantılıdır. Bunun
sonucu olarak, Sözleşme normları statik olmayıp zamanın geçmesi
ile ilerlemeye ve geliştirmeye açıktır. Sözleşmenin zaman içinde
etkisiz kalmasının önlenmesi ve demokratik toplum hayatındaki değişen
değer yargılarını yansıtılması açısından geliştirici yorum tarzının
benimsenmesi çok önemli bir ihtiyaçtır. Mahkeme bu işlevinin farkındadır
ve bunu kararlarında açıklıkla dile getirmektedir. Tyres davasında
, örneğin, Sözleşmenin yaşayan bir enstrüman olduğuna açıklıkla
vurgu yapılmıştır. Bu yaklaşımın sonucu olarak Mahkeme, Sözleşmenin
önceden izin verdiği bazı durumları daha fazla izin verilemez bulmuştur.
Örneğin, evli olmayan anne ile kızının aile ilişkileriyle ilişkili
bir davada Mahkeme, evlilik içi çocukla evlilik dışı çocuk arasındaki
geçmişte kabul edilebilir bulunan farklılaştırmanın daha fazla kabul
edilebilir olmadığına karar vermiştir. Diğer bir örnek, Kuzey İrlanda'da
homoseksüelliği cezalandıran kanununun Sözleşmeye aykırı olduğu
tespitini, yasanın kanunlaştığı dönemle mukayese edildiğinde günümüzde
homoseksüellere karşı büyük oranda Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde
hoşgörü mevcut olduğunu, dolayısıyla ceza tehdidinin uygulanması
yerinde olmadığı gerekçesine dayandırmıştır.
Sözleşmenin geliştirici şekilde yorumlanmasının
elbette sınırları vardır. Prensip olarak, güvence altına alınan
hakların genişletilmesi "yasama" faaliyeti ile, yani ilave
protokollerle yapılmalıdır. Ancak, Sözleşmedeki mevcut hakların
önüne olayların geçmesini önlemek ve günümüz ile yarının Avrupa
toplumlarının uyumunu sağlamak açısından Mahkeme önemli bir sorumluluğa
sahiptir.
Üçüncü olarak, taraf devletlere Sözleşmede
güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesinin
yöntemi hakkında takdir yetkisi tanınmıştır. Bazı konularda Sözleşmenin
metni esnek olmaktan ziyade oldukça sınırlıdır. Örneğin, 5. maddenin
3. fıkrası bir suç işlendiği şüphesi ile gözaltına alınan herkesin
"en kısa zamanda" (hemen) hakim önüne çıkarılmasını düzenlemiştir.
"hemen" kavramının yorumu ve uygulamasında hareket alanı
oldukça sınırlıdır. Bununla birlikte, bir bütün olarak Sözleşme
genel ifadelerle standartlar koyar, tek tip kurallar koymaz. Sözleşme
standartlarını yerine getirme, ülkelerin hukuki, sosyal ve siyasi
şartları ve yetenekleri doğrultusunda farklı şekillerde olabilir.
Milli makamlar, öngörülen standartları hayata geçirme yolları hakkında
bir tercihe veya bir takdir yetkisine sahiptir (Örneğin, Sözleşme
işkence yasağını içerir, bunun nasıl yapılacağı milli Devletlerin
yetkisi içindedir). Strasbourg içtihat hukuku bu durumu, taraf devletlerin
"hareket alanı"na sahip oldukları şeklinde ifade etmektedir.
Mahkeme, Sözleşmenin ihlali tespit edilirse, milli makamlar hareket
alanlarını aşmışlardır demektir.
Mahkemenin ekonomik ba?ymsyzly?yny
halen sa?layamamy? olmasy, mahkemenin yorum faaliyetini olumsuz
etkileyebilecek niteliktedir. Mahkeme, Avrupa Konseyinden ba?ymsyz
bir bütçeye sahip de?ildir. Avrupa Ynsan Haklary Mahkemesinin giderleri
Avrupa Konseyi tarafyndan üstlenilmektedir. Avrupa Konseyinin gelirlerine
ise üye ülkelerin katkylary olu?turmaktadyr. Mahkemenin kararlaryndan
tatmin olmayan ülkeler mali katkyda bulunmakta gönülsüz davranabilmektedirler.
Bütçe yoluyla mahkeme etkilenmeye çaly?ylmaktadyr. Bu durumu iyile?tirme
arayytlary devam etmektedir.
Yyile?tirme çaly?malarynda Avrupa
Birli?i'nin bütçe yönteminin esas alynmasy önerilebilir. Avrupa
Birli?i'nin ve Birli?in Lüksenburg'da bulunan yargy organynyn bütçesi,
üye ülkelerin katkylaryndan de?il, üye ülkelerde geçerli olan Katma
De?er Vergisinin belli bir oranynyn Birli?e aktarylmasy yoluyla
olu?turulmaktadyr.
A?yr i? yükünün altyndan Mahkeme
synyrly bir bütçe ile kalkmaya çaly?maktadyr. Avrupa Konseyinin
bir yyllyk bütçesi Avrupa Birli?inin bir günlük bütçesine e?ittir.
Avrupa Konseyi bütçesinden Avrupa Ynsan Haklary Mahkemesinin payy
ise % 15 dir. Bireysel özgürlükleri geli?tirmek ve hukuk devleti
ilkesini ya?ama geçirilmesini sa?lamanyn en önemli kö?e ta?laryndan
biri olan Avrupa Ynsan Haklary Mahkemesinin bir yyllyk bütçesi,
Avrupa Birli?i'nin bir saatlik bütçesine e?ittir.
Mahkeme Kararlarının Türk hukukunun Gelişimine Katkısı
Sözleşme sistemi insan haklarını
korumaya yönelik iç hukuktaki mekanizmaları tamamlamaya yöneliktir,
iç hukuktaki mekanizmaların yerini almaya yönelik değildir. Bunun
nedeni, insan haklarının uluslararası seviyede korunmasının mümkün
olmamasıdır. Bugün mahkemenin yargı alanında 800 milyon insan yaşamaktadır.
Mahkeme istemiş olsa bile, 41 devlette her gün binlercesi gerçekleşen
insan hakları ihlallerini engelleme veya müeyyideye bağlayabilme
konumunda değildir. Pratikteki söz konusu olan rakam buna imkan
vermez. Düzeltme, iyileştirme milli otoritelere bırakılmak durumundadır.
Mahkeme, taraf devletlerin devlet menfaatleri ile birey çıkarları
arasındaki dengeyi çok aşırı olarak devlet menfaatleri lehine bozmadıkça
müdahale etmemektedir. Sözleşmenin ikincilliği ve tamamlayıcılığı
Mahkemenin Sözleşme haklarını geliştirmesini önemli ölçüde sınırlamaktadır.
Taraf Devletler iç hukuklarını Sözleşme
ile uyumlaştırmak yükümlülüğü altındadır; ancak, bu uyumu nasıl
gerçekleştireceği konusu ilgili Devlete kalmış bir konudur. Böyle
olmakla birlikte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir devletin mevzuatının
veya uygulamasının Sözleşme ile uyum içinde olup olmadığını tespitte
son sözü söyleme hakkına sahiptir. Taraf Devletler Sözleşmeyi yorumlama
ve uygulama yetkisini mahkemeye vermişlerdir.
Mahkeme Sözleşmeyi yorumlarken dinamik
bir yorum anlayışı benimsemektedir. Birinci maddede ifade edilen
"hak ve özgürlükleri sağlama (secure)" devamlılık arz
eden bir süreçtir. Mahkeme bir devletin belirli bir hukuk normunun
veya pratiğinin Sözleşmeyle uyum içinde olmadığına karar verdiği
zaman ilgili Devlet normlarını veya uygulamalarını Sözleşmeyle uyumlu
hale getirmek için gerekli değişiklikleri yapmak yükümlülüğü altındadır.
Bu konuda genel devlet uygulamaları mevcuttur.
Avrupa İnsan hakları Sözleşmesini
iç hukukun parçası yapmak yükümlülüğü mevcut olmamasına rağmen,
Sözleşmedeki hakların iç hukukta yeterince korunabilmesi için bunu
iç hukukun parçası yapılmasının en etkin yollardan biri olduğunu
Mahkeme kararlarında ifade etmiştir. Sözleşmenin iç hukukun bir
parçası haline getirilmesi kendiliğinden Sözleşmeye bağlılığı sağlayamayacak
olmakla birlikte, milli mahkemelere Sözleşme hükümlerini direkt
uygulama fırsatı verecektir.
Yeni Mahkeme, mirasçısı olduğu Divan
ve Komisyon gibi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal eden milli
mevzuatları geçersiz sayma, idari kararları iptal etme, mahkeme
kararlarını bozma yetkisine sahip değildir. Mahkeme sadece bir tespit
yapar. Sözleşmeye aykırılığı tespiti yapılan durumun ortadan kaldırılması
ilgili devletin sorumluluğundadır. Devletin bu sorumluluğunu yerine
getirip getirmediğinin denetimi ise Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi
tarafından yapılır. Yapılması gereken değişiklikler zaman zaman
mali sebeplerle, devlet organları arasında güç mücadelesi, siyasi
cehalet veya Parlamentonun zamanının olmaması gibi sebeplerle engellenebilmekte
veya geciktirilebilmektedir.
1987 yılına kadar, Türkiye vatandaşlarının
kendi aleyhine Strasborg mekanizmasını işletebilmesine imkan sağlamadığından
dolayı bu tarihe kadar Strasbourg organlarının kararlarının Türk
hukukunun gelişimine fazla bir katkısı söz konusu olmamıştır. Bu
dönemde diğer bazı taraf devletler tarafından Türkiye aleyhine birkaç
dava açılmış ancak genellikle sonuna kadar takip edilmeden dostça
çözümle sonuçlandırılmıştır. Bu dönemde açılan diğer bazı davalar
ise, Kıbrıs Rum Kesimince Türkiye aleyhine açılan dava gibi, siyasi
nitelik taşımalarından dolayı Türk hukukunun gelişimine fazla bir
katkı sağlamamıştır.
1997 yılında Komisyona , 1990 yılında
da Divana bireysel başvuru hakkı tanınmasıyla Türk hukuku ve Strasbourg
organları daha yakın bir ilişki içine girmişlerdir. 2000 yılı itibariyle
mahkemenin iş yükünün büyük bir bölümünü, yaklaşık beşte bir, Türkiye
aleyhine açılmış davalar oluşturmaktadır.
Türk vatandaşları tarafından Strasbourg'a
bu yoğunlukta başvurulmasının önlenebilmesi, ancak Türk Mahkemelerinin
iç hukuk normlarını, Türkiye'nin uluslararası yükümlülükleriyle
çelişki arz eder şekilde yorumlamaktan kaçınmaları ile mümkün olabilir.
Türk Parlamentosu ve hükümetinin Türkiye'nin uluslararası yükümlülükleriyle
uyum arz etmeyen kuralları yürürlüğe koymayacağı varsayımı, hukukun
yazılı olmayan bir kuralıdır. Türk mahkemeleri Sözleşmeyi incelemeli
ve iç hukuk normlarını yorumlarken Sözleşmenin amaç ve konusu ile
uyum içinde olan yorum tarzını seçmelidir.
Başvuru sayısını azaltmak amacıyla
bireysel başvuru hakkını kullanmak isteyenlerin başvurusunu Strasbourg
organlarına sunmasını engellemeye yönelik girişimlerden kaçınılmalıdır.
Bu tür olayları (Akdıvar/Türkiye, Kurt/Türkiye, Ergi/Türkiye) Mahkeme
sözleşmede düzenlenen bireysel başvuruyu engellememe yükümlülüğünü
ihlal olarak tespit etmiştir.
Türkiye aleyhine Mahkemeye yapılan
başvurular birçok insan hakları ihlallerini kapsamakla birlikte,
köy yakmaları, gözaltına alınanlara kötü muamele, işkence dahil,
yapılması, siyasi partilerin kapatılması, ifade özgürlüğü ihlalleri
gibi alanlarda yoğunlaşmaktadır.
İç hukuk yollarının etkin hale getirilmesine
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi katkıda bulunmuştur. Mahkemenin inceleme
yapabilmesi için, kurul olarak, ilgili devletin iç hukuk yollarının
tüketilmiş olması gerekmektedir. Örneğin, şikayet bir yargı kararı
ile ilgili ise, varsa temyiz yoluna başvurulması ve sonucun alınması
lazımdır. Özel durumların varlığı halinde iç hukuk yollarının tüketilmesi
gereği askıya alınabilmektedir. Türkiye ile ilgili davalarda istisnai
durumlar; soruşturmanın yetersizliği, iç hukuk yollarına başvurulduğunda
kamu makamlarının reaksiyon göstermeleri, mağdur olan kişiye herhangi
bir yardım ödemede yetersizlik, yerel halk ile kamu makamları arasında
gerilim şeklinde ifade edilmiştir.
Türkiye, Sözleşmenin ihlal edildiğini
tespit eden Mahkeme kararlarında ödenmesine hükmedilen tazminatı
süresi içerisinde başvuru sahibine ödemektedir. Bu durumun tek istisnası,
Lousio/Türkiye davasıdır. Bu davada hükmedilen tazminatı ödemekten
Türkiye ısrarla kaçınmaktadır.
Mahkemenin verdiği kararlar Türk
hukuk uygulamasını ve mevzuatını önemli ölçüde etkilemektedir. İncal
davasında Devlet Güvenlik Mahkemelerinde askeri hakimin görev yapmasının
adil yargılama hakkını ihlal ettiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
tarafından tespit edilmesi üzerine 1999 yılında Anayasa ve yasa
değişikliği yapılarak asker hakimin Devlet Güvenlik Mahkemelerinde
görev yapması uygulamasına son verilmiştir. Öcalan davasında, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen yürütmenin durdurulması
kararı, verilen cezanın infazı sürecini durdurmuştur.
Ceza Muhakemeleri Usul Kanununda
1992 ve 1997 tarihinde yapılan değişikliklerle gözaltında bulundurma
süreleri kısaltılmış, kişi özgürlüğünü sınırlayan yakalama ve tutuklama
tedbirine başvurulabilecek durumlar sınırlandırılmış, hazırlık soruşturmasına
müdafiin, doktorun katılımına sağlanarak kötü muamele uygulamalarının
önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Türk Ceza Kanununda ifade özgürlüğünü
sınırlayan hükümlerden bazılara (TCK 141, 142, 163 gibi) 1991 yılında
yürürlükten kaldırılmıştır.
Geride bırakılan yıllarda Sözleşme
sisteminin işleyişi, bireysel olarak karar verilen davaların ötesinde
bir etki sağladı. Belirli bir hüküm davanın tarafı olan Sözleşmeci
devlet için bağlayıcı olmasına rağmen, diğer devletlerde kendi iç
hukuklarını ve pratiklerini Sözleşme ile uyumlu olması için bu davaların
yol göstericiliğinden istifade etmiştir. Hatta birkaç olayda, Sözleşmeye
taraf olmayan devletler bile içtihat hukuku ve uygulamasına uyum
sağlamak için yasalarını değiştirmişlerdir.
Sonuç
Türkiye'de tüm çabaların Avrupa Birliğine
tam üyeliğin elde edilmesi üzerinde yoğunlaştığı bir dönemde, insan
hakları alanında mevcut durumun iyileştirilmesinin tam üyeliğin
bir önkoşulu olması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve
Mahkemenin Türkiye ile ilgili tespitleri büsbütün önem kazanmıştır.
Kısa bir süre önce denetim mekanizmasy yeniden düzenlenerek yargysal
karakteri sa?lamla?tyrylan Avrupa Ynsan Haklary Mahkemesi'nin yapysynyn
çok yeni olmasy, yeni yapynyn irdelenmesini gerekli kylmyştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yeni yapısının irdelenmesiyle
ortaya konulan bazı aksaklıklara ve olumsuzluklara rağmen, Mahkemesinin
başarıları eşdeğersizdir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal
eden milli hukukları geçersiz sayma, idari kararları iptal etme,
mahkeme kararlarını bozma yetkisine sahip olmamasına rağmen Mahkeme,
verdiği kararlarla her Avrupalının günlük hayatının gelişmesine
katkı sağlamakla kalmamış, aynı zamanda tüm dünya için minimum adalet
standartlary koyma itlevi yerine getirmittir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bireyin
uluslar arası hukuk bağlamında hak ve özgürlüklere sahip olmasını
sağlamıştır. Devletin kendi vatandaşlarına nasıl muamele ettiğinin
kendi iç meselesi olamayacağı tezini hayata geçirmiştir. Bilindiği
gibi, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya'sında milyonlarca
kişinin (genel olarak Yahudilerin) tüm hakları Alman milli mevzuatı
ile gasp edilerek öldürülmüşlerdir. Sorumlular daha sonra yargılandıklarında
savunmaları şöyle olmuştur; yapılan soykırım o dönemde yürürlükte
olan Alman yasalarına uygundu ve bir devletin vatandaşlarına nasıl
muamele ettiği devletin kendi iç meselesidir. Milli hukuklarıyla
temel insan değerlerini koruyacakları hususunda Devletlere güvenilemeyeceğini
yaşanan vahşetle anlaşılması, milli hukuk ve uygulamaları denetlemekle
görevli organların ortaya çıkmasına yol açtı.
Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi
milli hukuktaki insan hakları koruma mekanizmalarının yerini almayı
amaçlayan bir sistem kurmamıştır. Bunun tam aksine, mahkeme birçok
kararında Sözleşme sisteminin iç hukuku tamamladığını, ikincil olduğunu
ifade etmiştir. Sözleşmede öngörülen insan haklarının etkin koruması
konusunda öncelikli sorumluluk, Sözleşmeye taraf devlete ve onun
yargı organlarına, özellikle Anayasa Mahkemesine, aittir.
|