ÖNSÖZ
Lise
öğrenimimi Ordu
’da tamamladım. 1960’ın ilk
yıllarıydı. Sınıf arkadaşlarımın öğretmenlerden birine Ordu yöresine
özgü bir tarihin var olup olmadığını sorduklarını; onun da “Hayır,
Ordu ve yöresinde tarihî olaylara rastlanmamaktadır, hem geçmişi fazla
karıştırmanın da öyle fazla bir işe yarayacağını sanmıyorum, aksi taktirde
arzulanmayan hususlarla bile karşılaşılabilir” tarzında cevap verdiğini çok
iyi hatırlıyorum.
Tarih
; insan
faaliyetleriyle
ortaya konulan ürünü, diğer bir deyişle tabiatın zıddı olan kültürü ifâde
eder. İnsanın ve faaliyetlerinin zaman içinde incelenmesi sonucunda elde
edilen bilgiye de tarih
denir. Ordu
ve yöresinde çok
eski zamanlardan beri insanlar yaşamış ve yaşamaktadır. Öyleyse bu bölgenin
tarihinin olmadığını söylemek nasıl mümkün olur?
Bölge insanı
kımıldamamış, hiç bir şey yapmamış mı? Hayatını sürdürebilmek için
üzerinde yaşadığı çetin tabiat
la mücâdele
etmemiş mi? Birbirleriyle ilişkiye girmemiş mi? Köyler ve kasabalar
nasıl oluşmuş? Bölgede Türkler
’den önce kimler
yaşamış? Bu coğrafya nasıl Türk
vatanı hâline
gelmiş? Eski kavimler ne olmuş? Bu dönüşüm nasıl meydana gelmiş? Bu
soruların cevabını bilmek, bu topraklar üzerinde yaşayanların hakkı
değil mi? Bilgi
nin zararı olur mu?
Öğretmenin,
Ordu
ve yöresinin tarihini inkâr
etmesi nereden kaynaklanıyordu? Tarih
i sırf büyük
orduların yaptıkları savaşlar, kralların, imparatorların, padişahların,
diğer bir ifadeyle kahramanların hayat hikayeleri sananların tarih
anlayışından mı?
Yoksa, o dönemlerde daha ilkokul sıralarında çocuklara ezberlettirilen "eskiyi
unut, yeni yolu tut, gençliğe umut, sen ol çocuğum" dizelerinde
ifadesini bulan tarih
tanımaz felsefeden mi?
Yoksa gerçekten yöre tarihinin bilinmemesinden mi? Bunların hepsinin de
rolü vardı.
Bugün,
bölge üzerinde yürütülmekte olan araştırmalar - ki en önemlisi,
Türk
Tarih
Kurumu’nun
Türkiye
'nin Sosyal ve Kültürel Tarihi
(TÜSOKTAR) projesi
çerçevesinde, Türkiye
'nin Ekonomik
ve Sosyal Tarihini Sondaj Metoduyla Araştırma Grubu'nun yürüttüğü Ordu
Yöresi
araştırmalarıdır - henüz tamamlanmamış olmasına rağmen, Ordu
yöresi tarihi
altmışlı yıllara nazaran çok daha iyi biliniyor.
Elinizdeki
kitap, ana çerçevesi itibariyle, benim daha önce çeşitli yerlerde
yayınladığım yazılarımdan oluşmaktadır. Ancak, bunlar olduğu gibi
nakledilmemiş, eklemeler veya çıkarmalar yapılarak yeniden gözden
geçirilmiş ve bütünleştirilmeye çalışılmıştır. Bazılarının başlıkları
da değiştirilmiştir. Bölümlerin hangi yazılardan hareketle düzenlendiğini
aşağıdaki şekilde gösterebiliriz.
Birinci
Bölüm: Tarihin Oluşumu ve Değişme
("Tarihin
Oluşumu ve Değişme", Türk
Yurdu
, Eylül 1999,
XIX/145, s.12 - 15).
İkinci
Bölüm: Millî Kültürler ve Küreselleşme ("Atatürk'te Millî
Kültürler ve Küreselleşme", Türk
Yurdu, Aralık
1997, c.XVII/124, s.7-9).
Üçüncü
Bölüm: Tarihî Zemin ve Sosyal Yapı ("Ordu
İlinin Tarihçesi",
Ordulular Rehberi, Ordu İli Kültür ve Kalkınma Vakfı Genel
Merkezi Yayını, Ankara, 1998, s.11-30).
Dördüncü
Bölüm: Kimlik Bunalımı ("Kimlik Bunalımı", Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu Bülteni,
Kasım 1987, sayı: 7, s.10 - 16).
Altıncı
Bölüm: Şahıs Adları ("1455 Yılında Ordu
ve Yöresinde
Kullanılan Şahıs Adları" - Ö. İzgi ile birlikte - Şükrü Elçin
Armağanı, Ankara, 1983, s. 361 - 36).
Yedinci
Bölüm: Yer Adları ("Ordu
İli Yer - adları",
Türk
Kültürü Araştırmaları Dergisi
- Prof. A.
Necati Akder Armağanı-, Ankara 1984, XXII/ 1-2 - s. 20 - 38).
Sekizinci
Bölüm: Ordu
Folklorunun Tarihî
Kökenleri ("Ordu
Yöresine âit Bazı Folklor Unsurlarının Tarihî Kökenleri", III.
Milletlerarası Türk
Folklor Kongresi
Bildirileri, c.
IV, Ankara, 1987, s. 439 - 446).
Dokuzuncu
Bölüm: Ordu
- İstanbul Kültür
İlişkileri ("Sosyal
Teşkilâtlar Bütünlüğü Olarak Osmanlı Vakıf Külliyeleri", Türk
Kültürü,
Mart - Nisan 1981, sayı: 219, s. 262-271).
Onuncu
Bölüm: Mehmed Paşa Vakfı ("Hızır Paşa Oğlu Mehmed Paşa Vakfının
Mâhiyeti", X. Türk
Tarih
Kongresi’ne -
Ankara 22 - 26 Eylül 1986 - Sunulan Tebliğler,
c. IV, Ankara, 1993, s.1625 -
1633).
Onbirinci
Bölüm: Ahiyandan Niksarlı Ahi Pehlevan ("Niksarlı Ahi Pehlivan'ın
Dârü's - sulehâsı", Türk
Tarihinde ve
Kültüründe Tokat Sempozyumu,
Ankara, 1987, s. 281 - 290).
Onikinci
Bölüm: Kuzköy Yatırı ya da Abdalân-ı Rûm’dan Şit Abdal ("Aybastı
Kuzköy Yatırı'nın Tarihçesi", IV. Milletlerarası Türk
Halk Kültürü
Kongresi Bildirileri, c. IV, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara,
1992, s. 269 - 275).
Burada bir
kaç hususu daha açıklamam gerekmektedir.
Tarihin ne olduğunun
ve nasıl işlediğinin bilincine varılmaksızın olay ve olguları sorgulamak
ve anlamak mümkün değildir. Bu sebeple Birinci Bölüm’e tarihin oluşumunu
ve değişmeyi açıklayan bir yazı konmuştur. İkinci Bölüm’deki Millî
Kültürler ve Küreselleşme ise, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk’ün millî kültür
, medenîyet ve küreselleşme
kavramlarıyla ilgili görüşlerini açıklamaktadır. Bu iki bölüm kitabın
felsefesini anlatan mukaddimesi niteliğindedir.
Altıncı Bölüm’deki
Şahıs Adları, arkadaşım Özkan İzgi ile ortak hazırladığımız bir yazıdır.
Yazının buraya alınmasına izin verdiği için kendisine müteşekkirim.
Ekler’de yer alan
Şit Abdal ve Zâviyesi ile ilgili belgeler, Kuzköy’de Şit Abdal Zâviyesi
hizmetindeki âileler tarafından muhafaza edilmiş olan belgelerdir.
Bunları Kuzköy Evrakı diye adlandırıyorum. Bu belgeleri, Aybastı Halk
Eğitim Müdürü merhum Necip Çağman - kendisine Allah’tan rahmet diliyorum
- 80’li yıllarda vâliliğin, bölgenin tarihiyle ilgili belgelerin
tespiti ve toplanması konusundaki talepleri uyarınca tespit ederek
köydeki ilgililerden almış ve incelenmek üzere bana teslim etmişti. Ben
de Kuzköy Yatırı ile ilgili bir çalışmamda bu belgelerden de
yararlanmıştım. Bu çalışmalarım sırasında söz konusu belgelerin
dialarını yaptırtan halk bilimci yazar Dr. Yaşar Kalafat’a teşekkür
borcumu burada ifade etmek istiyorum. 1 Nolu Farsça belge ile 2 Nolu
Arapça belgenin tercümesine yardımcı olan Prof. Dr. Mürsel Öztürk ile
Prof. Dr. Abdülkadir Şener’e de teşekkür ediyorum. Son derece önemli
olan bu belgeler ilk defa bu kitapta yayımlanmaktadır. Bunlar, daha
sonra yörenin vakıfları ve kültür
tarihi incelenirken daha kapsamlı bir
biçimde çözümlenecek ve sorgulanarak değerlendirilecektir.
"Kimlik Bunalımı"
adlı bölümü oluşturan yazının yazılmasına ve yayımlanmasına Atatürk
Kültür Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu eski başkanı Suat İlhan
Paşa vesile olmuştu.
Kendisine şükranlarımı sunuyorum.
Yukarıdaki listede
de görüldüğü üzere, "Sosyal Teşkilâtlar Bütünlüğü Olarak Osmanlı Vakıf
Külliyeleri" adlı yazının başlığı Ordu
- İstanbul Kültür İlişkisi
şekline dönüşmüştür. Bu
yazıda, İstanbul’da Osmanlılar zamanında kurulmuş vakıf külliyelerin
kültür
tarihimiz açısından nasıl incelenmesi gerektiği ve külliyelerde
geliştirilen ve öğretilen kültürün İmparatorluğun diğer bölgelerine
nasıl yayıldığı, hattâ Cumhuriyet dönemine nasıl aktarıldığı konusu
incelenmekte ve İstanbul’da okumuş Ordulu bir müderrisin bu husustaki
rolü örnek olarak anlatılmaktadır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Mehmed
Paşa’nın imâret diğer bir ifadeyle buk’a yani zâviye,
mescid, medrese, misafirhane ve diğer yapılardan oluşan külliye vakfı
Amasya’da, Ahi Pehlevan’ın Dârü’s-sulehâ’sı ise Niksar’da
bulunuyordu. Öyleyse bunlar Ordu
ile ilgili bir kitaba neden alınmıştır?
Ordu yöresi Osmanlılar döneminde Niksar’la birlikte Amasya kültür
havzasına bağlıdır. Kaldı ki
Mehmed Paşa İmâreti’nin gelir kaynakları arasında Ordu’nun ilçelerine
bağlı birçok köyün mâlikâne hisseleri de vardır. Bu ilişkilerden dolayı
bugün Ordu yöresi halkı Mehmed Paşa’yı tanımaktadır. Ayrıca, Ordu’nun
Aybastı kazası, eskiden yine Ordu’ya bağlı olan Reşadiye, Niksar ile
sınırdaştır. Ahi Pehlevan, burada incelediğimiz Niksar’daki Dârü’s-Sulehâ’sının
bir benzerini de Ordu’nun Mesudiye kazasının Yavadı Köyü’ne kurmuştu.
Ancak bununla ilgili belgemiz yoktur. Bununla birlikte, Yavadı Dârü’s-Sulehâsı’nın
da Niksar’daki Dârü’s-Sulehâ gibi işlediğini düşünmek hiç de yanlış
olmayacaktır. Zaten aynı tür kuruluşların Ordu’nun başka yerlerinde de
mevcut olduğunu biliyoruz. Öyleyse Mehmed Paşa’nın Amasya’daki
imâretini ve Ahi Pehlevan’ın Niksar’daki Dârü’s-Sulehâ’sını anlamak
Ordu’nun toplum ve kültür tarihini anlamaya bir kapı açmak demektir.
Zaten bütün bunları gerçek mânâda kavrayabilmek genel Türk
Tarihi ve hattâ Dünya Tarihi
içine yerleştirmekle mümkün olabilir.
Son olarak kitabı
oluşturan yazıları elektronik ortama aktaran Leyla Erdek, Figen Sevim,
Yonca Anzerlioğlu, Hacer Göl ve Ali Osman Akalın’a, kitabın
hazırlanmasına ve basılmasına vesile olan Kenan Akçay’a da teşekkür
ediyorum.
Prof. Dr. Bahaeddin YEDİYILDIZ
|