Oturulabilir Şehir Ve Türk Vakıf
Sistemi
Prof. Dr. Bahaeddin
YEDIYILDIZ Dr. Nazif OZTURK
Meshur musluman Turk filozofu Farabi, onuncu asrin kirkli yilarinda,
el-Medinetu`l-Fadila, yani erdemli, ideal toplum, adiyla(1) yazdigi kitabinda,
insanin kendini surdurebilmesi ve mukemmellesebilmesi icin yaratilistan bir cok
seye muhtac oldugunu, bunlari tek basina elde edemiyecegini, yaratilisinin
gayesi olan mukemmelligine aancak birbiriyle yardimlasan bircok insanin bir
araya gelmesiyle" ulasabilecegini vurguladiktan sonra, toplumlari once mukemmel
ve eksik diye ikiye, mukemmel toplumu da uce ayirmakta, ve soyle devam
etmektedir:
"Mukemmel toplumlar buyuk, orta ve kucuk olmak uzere uc cesittir. Buyuk
toplum, oturulabilir (ma`mûra) dunyanin butununde butun milletlerin bir araya
gelmesidir. Orta toplum, oturulabilir dunyanin bir parcasinda tek bir milletin
bir araya gelmesidir. Kucuk toplum her hangi bir milletin oturdugu topraklar
uzerinde tek bir sehir halkinin bir araya gelmesidir. Bir koy halkinin, mahalle
halkinin, bir sokakta oturanlarin, nihayet bir ev halkinin bir araya gelmesi -ki
bu sonuncu, en kucuk bir birliktir- kusurlu, eksik bir toplumu meydana getirir.
Mahalle ve koyun her ikisi de sehir icin vardir; ancak koyun sehirle iliskisi,
ona hizmet iliskisidir. Buna karsilik mahalle sehrin bir parcasi olarak onunla
iliski icindedir. Sokak mahallenin, ev sokagin bir parcasidir. Sehir, bir
milletin yasadigi topraklarin bir parcasi; millet, uzerinde yasanan dunyanin
butun toplumlarinin bir parcasidir.
"En ustun iyilik ve en buyuk mukemmellige ilkin ancak sehirde ulasilabilir,
sehirden daha eksik olan bir toplulukta ulasilamaz. Ancak gercek anlamda iyi,
secme ve irade ile elde edilebilir bir ozellige sahip oldugundan, bir sehrin
kotu olan bir takim amaclarin elde edilmesi icin insanlarinin birbirlerine
yardim ettikleri bir varlik olarak kurulmasi mumkundur. O halde insanlari
kendileriyle hakiki anlamda mutlulugun elde edildigi seyler icin birbirlerine
yardim etmeyi amaclayan bir sehir, erdemli, mukemmel bir sehir`dir (madina
fadila), insanlari mutlulugu elde etmek icin birbirlerine yardim eden toplum
erdemli, mukemmel bir toplumdur. Butun sehirleri kendileriyle mutlulugun elde
edildigi seyler icin birbirlerine yardim eden bir millet, erdemli, mukemmel bir
milletdir. Ayni sekilde erdemli, mukemmel evrensel devlet de ancak icinde
bulundurdugu butun milletleri mutluluga erismek icin birbirlerine yardim
ettikleri zaman ortaya cikar.(2)
Devlet (Politeia)`inde Platon, Tanri Sitesi (De Civitate Dei)`nde Saint
Augustin, Ronesans doneminin meshur eseri Utopia`da T.Morus, nihayet XVII.
yuzyilda Gunes Ulkesi (Civitas Solis)`nde Italyali kesis Campanella da Farabi
gibi insanlarin mutlu bir hayat surdurebilecegi ortamlarin hayalini terennum
etmislerdir. Bu dusunurleri sirf birer "utopiste" olarak degil, "sosyal
adaletciligin gercek onculeri", eserlerini ise "daha bu dunyada bir kardeslik
toplumunun refahi icin bir kaideler sistemi kurma denemesi" olarak
degerlendirenler vardir.(3) XVI. yuzyil Osmanli dusunuru Kinalizade Ali Celebi,
Farabi`nin tasarladigi Medine-i Fadila`nin Kanuni Sultan Suleyman tarafindan
gerceklestirildigini ifade ediyor.(4)
Bugun cevre tahribatinin, sosyal adaletsizligin, esitsizligin, guvensizligin
ve yoksullasmanin, dunyamizi tehdit eder hale geldigini goruyoruz. Cevreye
saygili olmayan ve sosyal ve beseri gelismeye de ayni agirlikta onem vermeyen
iktisadi buyume artik anlamini yitirmistir. Bu ciddi insanlik sorunlarinin
cozumunde merkezi idarelerin yetersiz kaldigi; bu sebeple, herkesin, fertlerin
ve sivil toplum kuruluslarinin, ozel sektore ve kamu sektorune mensup aktorlerin
hepsinin toplum sorumlulugu anlayisi icinde hareket edecekleri katilimci yeni
bir demokrasinin ve yerel yonetimlerin onem kazanmasi ve yayginlasmasi icin
calisiliyor. Bu yeni anlayisa gore, temel hurriyetlerden yararlanma hakkina
sahip oldugu kabul edilen fert, ayni zamanda diger insanlarin ve gelecek
nesillerin haklarini korumakla, genel kamu oyunun iyiligine aktif katkida
bulunmakla yukumlu kilinmak isteniyor. Birlesmis Milletler Insan Yerlesmeleri,
diger adiyla Habitat II organizasyonu, bu anlayis icinde, sosyal ve iktisadi
gelismenin surekliligi, tabii cevrenin ve insan haklarinin korunmasi, herkesin
kamu hizmetlerinden kolayca yararlanabilecegi saglikli ve guvenli bir hayat
ortaminin hazirlanmasi ve daha iyi bir hayat standardinin yakalanmasi, butun
bunlarin kulturel farkliliklarin ve kimliklerin yok edilmeden gerceklestirilmesi
icin kuresel dayanisma ve isbirligi arayisi icindedir. Avusturalya`nin eski
basbakan yardimcisi Brian Howe`un ifadesiyle, Habitat aslinda butun insanligin
etik, ahlaki bir devrim yasamasinin dusudur.(5) O halde Farabi`nin tasarilariyla
Habitat II cercevesinde olusturulan tasarilar arasinda benzerlikler vardir.
Farabi`nin dusuncelerinin XVI. yuzyilda uygulama imkani buldugunun bizzat bu
yuyilda yasayan bir fikir ve bilim adami tarafindan ifade edildigini daha once
belirtmistik. Gercekten Farabi`nin tasarilari uygulama alani bulabilmis midir?
Sorunun cevabi evet ise bu gerceklesme nasil olmustur? Bu sorular bize, klasik
Osmanli doneminde, vakif sistemi sayesinde hayat bulan Turk sehirlerini
hatirlatmaktadir. Acaba soz konusu tarihi tecrube, yasanabilir huzurlu ortam
arayislarimiza isik tutabilir mi? Bazi unsurlarindan yararlanma imkanimiz
olabilir mi? Tabii bu degerlendirmeyi yapabilmemiz icin once konunun acik secik
sekillenmesi gerekir. Bu sebeple biz burada, vakfi kisaca tanimladiktan sonra,
l453`te Turkler tarafindan fethedilen Istanbul`un vakiflar sayesinde imar ve
ihya edilerek yeniden nasil bicimlendirildigini anlatmaya calisacagiz.
Vakif nedir?
Vakif, iktisadi anlamda, ferdi calisma ve gayretle elde edilen imkanlarin ve
mal varliginin gonul rizasiyla paylasilmasini ongoren hukuki bir sistemdir. Bu
sistemde, her turlu hirs ve tamahtan uzak bir sekilde, sahsi mal varligi,
kamunun kullanimina aktarilmakta, boylece sahsi imkanlar kamu hizmetine
donusturulmektedir. Burada faydaci felsefenin aksine, diger insanlarin lehine,
sahsin feragati ve fedakarligi sozkonusudur. Katilimcilik ve paylasma ruhu
hakimdir. Zira toplumun huzuru saglanmadikca, bireyin mutlulugunun
surekliliginden soz etmenin mumkun olmadigi dusunulmektedir.
O halde vakif, butun insanligin mutlulugunu amaclayan bir sistemler
butunudur. Vakif yapan kisi feragatin ve baskalarina yardimci olmanin
mutlulugunu; vakiftan yararlanan kisi ise, bir ihtiyacini karsilamis olmanin
hazzini duymaktadir. Bu, birbiriyle celismeyen ve biri digerinin hazzini
azaltmaksizin dalgalar halinde cemiyetin butun fertlerini saran, topyekun bir
mutluluktur.
Selcuklu ve klasik Osmanli donemlerinde Turklerin vakif anlayisi budur, ve bu
anlayisi, Kur`an`daki hayrãt kavrami uzerine temellendirmislerdir. Bu kavram
uzerinde baska bir yerde gerekli tahliller yapilmis oldugundan(6) burada tekrar
uzerinde durmayacagiz. Ancak hayrat dusuncesi ve uygulamisyla, Turk fethi
sonrasinda Istanbul`un nasil imar ve ihya edilerek o caglarda Farabi`nin
tasarladigi medine-i fadila orneginde bir huzur sehrine donusturuldugunu
aciklamayi deneyecegiz.
Fetih`ten sonra kurmaylariyla gorusen Fatih Sultan Mehmed, Istanbul`un imar
edilmesini; hangi irk ve dinden olursa olsun sehirden kacanlarin geri
getirilmesini, hatta ulkenin diger bolgelerinden de buraya nufus aktarilmasini,
ve bunlar icin bir takim tesvik tedbirleri alinmasini kararlastiriyor. Bu
insanlarin onemli bir takim ihtiyaclarinin bir an once karsilanabilmesi
gayesiyle altyapi calismalarina hiz veriyor, ve bur cercevede kendi vakfi, diger
bir ifadeyle hayrati olan Fatih Kulliyesi`nin insasina basliyor. Bu kulliyenin
hukuki belgesini teskil eden vakfiyesinde Fatih Istanbul`un imari ile ilgili
dusuncesini soyle dile getiriyor: aHuner bir sehir bunyad itmekdur/Reaya kalbin
abad itmekdur". Bu beyit, marifet, asil is, beceriklilik, bir sehrin temelini
atmak, bir sehir kurmak; boylece de halkin kalbini senlendirerek hosnud etmek ve
ebedi kilmaktir anlamina gelmektedir. Ilk hucresini olusturan Fatih Kulliyesi(7)
ile temeli atilan yeni Istanbul`da bundan boyle kulliyeler birbirini takip
edecek ve sehir gunden gune mukemmellesecektir.
Bir butunu tanimak icin, onu olusturan benzer hucrelerden birini tahlil etmek
her halde yerinde bir hareket olur. Oyleyse, musluman Turk sehri icin oncelikle
kulliyeyi tanimak gerekir. Sosyal teskilatlar butunlugu olarak
tanimlayabilecegimiz Osmanli kulliyeleri uc ana bolumden olusmaktaydi: Ilk bolum
mabed ve her seviyede egitim ogretim kurumu ile saglik kuruluslarindan,
misafirhanelerden, cesme, sebil ve sadirvanlardan, bahceler, turbeler ve
mezarliklardan, imaret ve benzeri hizmet yapilarindan mutesekkildi. Bu
birimlerin hepsine birden hayrat deniliyordu.
Kulliyenin ikinci bolumu, dukkan, han, hamam, carsi ve bedesten gibi is
yerlerinden meydana gelmisti. Bu tur ticarethaneler ve imalathaneler birinci
bolumdeki hizmet kuruluslarina gelir temin ettikleri icin akarat diye
adlandiriliyorlardi.Kulliyenin ucuncu bolumunu ise oncekilerin dis cevresinde
yer alan meskenler teskil ediyordu.
A. Toynbee, Tarihte Sehirler adli kitabinda, abutun sehirler, ya da daha
dogrusu makinanin hukmettigi modern devir oncesi butun sehirler, az cok mukaddes
sehirler idi. Bana oyle geliyor ki din, insan tabiatinda yer alan ayirici bir
unsurdur, ve hic suphe yoktur ki, XVIII. yuzyil sonuna kadar her sehir diger
cepheleriyle birlesen dini bir cepheye sahipti. Sanayi devriminden once, hicbir
yerde, hicbir sehir, munhasiran siyasi bir sehir, ya da askeri bir sehir, veya
dini bir sehir olmamistir. Sehirler birbirlerinden ayriliyorlandi, cunku bu
faaliyetlerden bir cogu, bunun icin digerlerini saf disi birakmaksizin oraya
hukmediyorlardi" (8) diyor.
Musluman Turk sehri de bu degerlendirmenin disinda degildi. Kulliye,
ozellikle klasik Osmanli asirlarinda, musluman Turklerin inancina gore, iman,
dusunce, ve eylem dengesi uzerine kurulmus bir kultur urunuydu. Bu insanlara
gore, her seyin temeli, ferdin sahsi sorumluluguna ve hur iradesine dayaniyordu.
Her insan butun insanligin meselelerini kedi meselesi gibi hissetmeli, bunun
icin gucu nispetinde calisip uretmeli ve kendi ihtiyacindan fazlasini kendi hur
iradesiyle diger insanlarin ihtiyaclarini gidermek, sorunlarini cozmek icin
harcamaliydi. Musluman Turk sehrinin hucresini olusturan bir kulliye insa etmek
boyle bir dusunce ve eylemi gerektiriyordu
Insanlarin yaraticilariyla diyaloga girebilmeleri, ve imanlari geregi
ibadetlerini yapabilmeleri icin kulliyelerin merkezine cami konulmustu. Insanin
kendini asarak mukemmellesmesinin yolu buradan geciyordu. Camiler ayni zamanda
manevi etkilesim ve bilgi iletisim merkezleriydi. Halka acilan konferans
salonlari fonksiyonunu icra ediyorlardi. Insanlarin davranislarina yon veren
degerler herkese burada ogretiliyordu.
Bu deger ve bilgilerin ilk kaynagi suphesiz vahiy ve sunnetti. Ancak bunlarin
yorumlanarak guncellestirilmesi gozlem ve akla dayaniyordu. Iste bu yolla
degerlerin ve bilginin kazanilmasi ve ogrenilmesi, camiinin etrafina
yerlestirilmis mektep, medrese, darulhadis, darulkurra ve zaviyelerde
gerceklestiriliyordu. Egitim ogretim parasizdi. Mektebin muallimleri musfik ve
halim olmak, talim ve terbiye usullerini bilmek zorundaydilar. Medreseler,
ogretim elemani olan muderrisin kidemine ve bilgi birikimine gore
mertebelendirilmisti. Her asamada daha ust seviyede dersler okutuluyordu. Bu
muesseselerde sinif degil ders gecme sistemi vardi. Muderrisler tasradaki
medreselerde tecrube kazandiktan ve olgunlastiktan sonra Istanbul medreselerinde
gorev alabiliyorlardi. Zaten hepsinin, vakfiyelere gore, faziletli, ilim ve
irfanla ma`ruf, akli fenlerde ve nakli ilimlerde seckin, asli ve fer`i ilimlerde
akranlarindan ustun ve sevimli olmalari gerekiyordu.
Zaviyelerdeki egitim ogretim ise tasavvuf agirlikli idi. Her zaviyenin
basinda bir seyh bulunuyor ve muridlerin terbiyesiyle mesgul oluyorlardi. Ayrica
zaviyelere yakin camilerde cuma gunleri vaaz etmek de onlarin vazifeleri
arasindaydi. Vakfiyelerde zaviyelere tayin edilecek seyhlerin salih, muttaki,
acik kalpli, temiz, mutedeyyin, az seye kanaat eden, Rabbin taktir ve taksimine
razi olan, yuksek seciyeli, herkes hakkinda iyilik dusunen, herkesi dogru yola
goturen, ilim ve ameli nefsinde mezcetmis, nasihat ve irsad kabiliyetine sahip
kisiler olmasi isteniyordu. Zaviyelerdeki seyh ve muridler, dua, ibadet, zikir
ve raks gibi son derece disiplinli dini ve kulturel faaliyetleri yaninda, sosyal
yardimlasmayi ve insanlara hizmeti zevk edinmis kisiler olarak, gelen gideni
agirlamakta ve bizzat kendileri ornek olmak sartiyla, temas kurduklari kisilerin
ruhi egitimleriyle de mesgul oluyorlar, onlari irfan sahibi olgun insan (insan-i
kamil) olarak yetistirmeye calisiyorlardi.(9)
Kulliye hayratinin diger bir unsuru olan imaretler, genellikle mutfak,
yemekhane, kiler, anbar, ahir, tuvalet ve odunluk ile misafirlerin yatacaklari
tabhane odalarindan mutesekkildi. Suphesiz bu imaretler gerekli esya ile
donatilmis olup, mevsimine gore gerekli erzak da satin aliniyordu. Imaretlerin
fonksiyonu, icinde bulundugu kulliyenin personeline, yorenin fakirlerine ve
ister zengin ister fakir olsun butun misafirlere yemek vermekti. Ayrica
misafirler imaretin tabhane odalarinda konaklayabilmekteydiler. Imaret
yoneticilerine de seyh deniliyordu. Vakfiyelere gore imaret seyhlerinin aguler
yuzlu ve hos huylu", adogru, dindar, halim, mutevazi kanaatkar, yumusak sozlu,
uysal, kalp kirmaktan cekinen, asabi degil genis kalpli" olmasi gerekiyordu.
Istanbul kulliyelerine bagli imaretlerden her birinde gunde ortalama 500-1000
kisi karsiliksiz yemek yiyordu. M.D`Ohsson, bunlarin sirf Istanbul`da toplam
sayilarinin XVIII. yuzyilda otuz binden daha fazla oldugunu belirtmektedir.(10)
Kulliyelerin simdiye kadar anlattigimiz birimleri, saglikli insanlarin, ruhi,
zihni, fikri ve bedeni ihtiyaclarini karsilamak, onlari her bakimdan mutlu
kilmak icin tesis edilmislerdi. Saglikli insanlar bu derece dusunulunce,
hastalariunutmak elbette mumkun degildi. Iste onlar icin de darussifalar, yani
sifa evleri insa edilmisti. Darussifanin genis hizmetli kadrosu icinde
tabiplerin secimine ayri bir onem veriliyordu. Vakfiyelerdeki tasvirlere gore,
onlarin, tip ilminde yetkili, tesrihte, (acma, otopsi, anatomi) maharetli,
kendisine saygi duyulan, bilgilerini tecrube ve ameliyat ile saglamlastirmis,
sanatinin kaidelerini tecrube suzgecinden gecirmis, tababet ve hikmetin butun
inceliklerine vakif, psikolojik durumlari cok iyi anlayan, ilac verirken
tatlilikla ve yumusaklikla hareket eden, ilac imalinde tecrubeli, hangi ilacin
hangi hastaliga iyi gelecegini hem nazari hem de uygulama acisindan iyi bilen,
acizlik ve tembelligi kendilerine reva gormeyen, hastalarin tedavisinde en guzel
tedbirleri alan, hastalara yumusak davranip, onlara yakini gibi nezaket
gosteren, onlari sik sik yoklayip hallerini soran, gerektigi zaman derhal
hastasinin basina kosan kisiler olmaliydi. Goruldugu gibi, XV.-XVI. asirlar
Osmanli kulliyelerinde tabiplerde aranan bu husûsiyetler, cagimiz tip ve
insanlik anlayisindan farksizdi.
Kulliyenin daha insaati baslamadan once insaat alanina su getirmek uzere su
yollari sebekesi insa ediliyor, diger butun birimlerden once cesmeler ve hamam
yapiliyordu. Gaye iscilerin banyo ihtiyaclarini gidererek rahat calismalarini
temin etmekti. Kulliyenin esas bolumlerinin insasindan sonra ise vakif
kurucusunun turbesinin yapimi, diger insanlarin ebedi istirahatgahlari icin
mezarlik ve bahceler tesisiyle cevre duzenlemesi tamamlaniyor ve boylece
kulliyenin tabiatla uyumu saglaniyordu.
Elbette bunlarla is bitmiyordu. Cok fonksiyonlu bu kompleksin saglikli ve
ebedi olarak isletilebilmesi surekli gelir kaynaklarina sahip olmasina bagliydi.
Cunku buralarda yuzlerce insan gorev yapiyordu. Mesela, XVI.yy`da Mimar Koca
Sinan`in muhtelif vakif kuruculari adina insa ettigi on dort kulliyede toplam
2529 kisinin calistigini biliyoruz.(11) Iste bu komplekslerin bakim ve onarimini
yapmak, personelin ucretini odemek icin, bu hizmet kuruluslarina surekli gelir
temini gayesiyle, kulliye sahipleri, ayrica muhtelif is yerleri de
yaptirtmislardi. Sehrin fiziki yapisinin ve ekonomisinin gelismesine onemli
katki saglayan bu yapilasmaya bir ornek vermek gerekirse, Fatih kulliyesinin
akari olarak, Istanbul ve Galata semtlerinde, 4250 dukkan, 3 is hani, 4 hamam, 7
burgaz (kosk), 9 bahce ve cevresiyle birlikte bir butun olusturan bezzazistan
(bedesten, esnaf carsisi) ve nihayet ll30 ev yaptirilmisti.(12) Tabii burada soz
konusu evler de diger binalar gibi vakfin kiralama yoluyla isletilen mal
varligini olusturuyordu.Bunlarin yaninda veya cevresinde yer alan mulk
meskenlerle kulliye etrafinda olusan mahalle, semt veya site tamamlanmis
oluyordu. Tabii birinin bittigi yerde diger kulliyenin birimleri basliyor,
boylece buyuk bir sehrin dokusu olusuyordu.
XVI. asir Osmanli mimarisine damgasini vuran Mimar Sinan`in yapilarinda yakin
ve uzak cevre iliskilerini inceleyen bir arastirmada, bu iliskilerin
acevre-uyum" seklinde ortaya ciktigi, bu uyum icinde, dunya mimarisinde cok az
rastlanan agelecekteki cevrenin olcusunu saptamak, gelecekle diyalog kurmak,
kentin ilerideki siluetini ve karakterini belirlemek" gibi bir olguyla
karsilasildigi vurgulanmakta; bunun pratik islevin cok otesinde amimari
dusunce"nin bir urunu oldugu, kendinden onceki Osmanli yapilarinda da rastlanan
bu iliskiyi, Sinan`in aher buyuk usta gibi kendinden onceki birikimi ozumseyip,
yeniden yogurup norm olma ozelligine eristirdigi" belirtilmektedir. Osmanli
sehrinde yapilar, aozellikle piramit camiler, bittikleri noktadan oteye bir
sureklilik gosterirler. Cevre baska bir yapilar toplulugu degil, yapinin bir
devami gibidir. En buyuk sultan camilerinde dahi, olusmus cevreyi kollayan,
kendinden sonra olusacak cevreye yol gosteren bir tutum vardir" . a Yakin
cevreyle plan duzlemindeki bu alcak gonullu uzlasma, ucuncu boyutta (ozellikle
piramit camilerde) kent siluetini olusturucu, surekliligin bilincinde,
kendisinin bir devami olacak yapilasmanin olcegini, hatta ritmini belirleyen bir
nitelige burunur." Mesela, aSuleymaniye Istanbul silueti icinde tek bir yapi
olarak degil cok genis bir cevreyle birlikte bir butun olarak etki yapmaktadir;
ana kubbeden baslayarak yan kubbelere, revaklara kadar uyum icinde inen, yakin
yapilara atlayip uzak cevreye kadar yayilan, sonra tekrar ayni uyum icinde baska
bir anitin ana kubbesine dogru yukselen bir dalgalanmanin parcasi olmustur".
a...Sinan`in Suleymaniye sirtlarinda baslatip kendinden sonraki ustalarin ve
halkin Marmara kiyilarina indirdikleri bu mimari, XX. yuzyilin acik eser
kavraminin ozgun bir ornegidir".(13)
Yer yer agac topluluklarindan meydana gelmis yesillik yiginlari arasindan,
bir batilinin asehir taclari" olarak niteledigi kulliyelerin tastigi, l573`te
Istanbul`a gelen Du Fresne-Canaye`in ifadesiyle aadeta korular arasinda kurulmus
a Istanbul`un bu silueti(14) , Turklerin tabiat, insan ve tanri arasindaki
iliskiler uzerinde yaptiklari yorumun vakiflar yoluyla tecessumunden ibaretti.
Sadece Istanbul`da degil, klasik donem butun Osmanli ulkesinde kamu yararina
yonelik imar ve sehircilik hareketleri, devlet butcesine degil genis capta ferdi
tesebbuse dayaniyordu. Baska bir ifadeyle, Osmanli sehirlerinde cesitli turdeki
yapilara ait insaatlar, buyuk cogunlukla sahislar tarafindan
gerceklestiriliyordu. Sahislarca yaptirilmasi tabii olan konutlar bir yana,
toplum yararini amaclayan ve yukarida tipolojisini cizmeye calistigimiz dini,
kulturel ve sosyal nitelikli yapilar, padisahlar, saray mensuplari, pasalar ve
diger varlikli hayirseverler tarafindan yaptiriliyordu. Kisacasi, sehirlerin
fiziki dokusunda en buyuk yeri tutan cesitli turdeki yapilarin meydana
getirilisinde temel ogeyi sahsi faaliyetler olusturuyordu.
Toplumun yararina bir hareketle hayir isleme dusuncesi, yapi insasi ve
isletmeciliginde devletin dogrudan gorev yuklenmemesi, imar girisiminde bulunan
sahislari, vakif sisteminin imkanlarindan yararlanmaya yoneltmisti.
Vakif sisteminin sureklilik ilkesi ile birlikte, dokunulmazliga da sahip
bulunmasi, vakif imaret sitelerinin ve vakif kulliyelerin guven icinde vakif
gelirleriyle hayatlarini surdurmelerini saglamistir.
Dini inanclarin cok guclu oldugu klasik donem Osmanli toplum duzeni ve dunya
gorusu, toplumda gelir fazlasina sahip olan sahislarin, cogunlukla bu
malvarliklarini kamu yararina yonelik tesisler meydana getirmek uzere hayir
alanlarina aktarmalari sonucunu dogurmustu. Bu dini inanclara dayali genel
egilimlerin yaninda, vakif kurumunun, hukuki statuye ve sureklilik kavramina
sahip olmasi olgusu da, imar ve sehircilik konusunda ferdi tesebbusler icin
ileriye yonelik gercek bir guvence teskil etmisti. Sunu ozellikle belirtmek
gerekir ki, Anadolu ve Rumeli topraklarinda timar sisteminin uygulaniyor olmasi,
Osmanli devletinde vakiflarin olaganustu gelismesine sebep olmustur. Fakat
Selcuklu ve Osmanli devirleri Turk toplumunda, hayir kuruluslarinin ve bu amacla
meydana getirilen yapilarin hepsinin mali kaynaginin temelinde, gorevle ilgili
tahsisler ve temlik edilmis araziye ait gelirlerden saglanan paralar yatmaz.
Bunlarin bazilari ticari gelirlerle, yani kaynaginda hicbir devlet tahsisi
bulunmayan, tamamen ozel kazanclarla meydana getirilmistir.(15)
Osmanli devletinde, sahsi imar faaliyetleri sonunda sehirler kurulmus, kucuk
yerlesme birimleri zamanla sehir haline gelmis, eski mevcut sehirler, yepyeni
binalara ve bir takim kuruluslara kavusturularak gelistirilmistir. Osmanli
donemi Turk sehrine karakterini veren kulliyeler, sahsi tesebbusun vakif yoluyla
sehircilige yaptigi katkinin en onemli delilleridir. Sahislar kendi
imkanlariyla, soz konusu kulliyeleri , diger bir ifadeyle imaret sitelerini
meydana getirirken, kendisinden sonra eserine bir mudahale olmayacagi, kamuya
yonelik olarak tasarladigi ve teskilatlandirdigi hizmetin ebediyyen surecegi
inancina sahipti. Kisilere bu kesin inanc ve guvenceyi veren sey, vakif kurumu
idi. Zira her seyden once vakiflarda sonsuzluk ilkesi esasti. Vakfin idamesi,
devletin koruyucu gucunun kanatlari altindaydi.
Vakiflarin idari ve mali ozerklige, hukuki acidan tuzel kisilige sahip bir
kurum olmasi, bireyin ona guveninin temel dayanaklarindan bir digerini
olusturuyordu. Vakiflarin bu onemli ozelligi onun cok genis capta
yayginlasmasinda da etkili oluyordu. Devlet gucunun vakiflar uzerindeki en
belirgin koruyuculuk garantisi, batililasma donemine ve merkeziyetci anlayisin
Osmanli yonetiminin her sektorune hakim kilinmasina kadar, devletin vakfin gelir
kaynaklarina mudahale etmemesi, vakif kurumunun yerinden yonetim esaslarina,
serbest ekonomi kurallarina ve demokratik prensiplere uygun olarak, her turlu
burokratik usûlerden azade, ozerklik ve tuzel kisiligi zedelenmeden yasamasini
saglayan hukûki ve siyasi ortami hazirlamis olmasiydi.
Eger tarihte oldugu gibi gunumuzde de, vakiflarin kamu hizmetlerinin
gorulmesinde bir atilim gerceklestirmesi istenirse, ikiyuz yildir ondan
esirgenen bu yonetim tarzina onu yeniden kavusturmak gerekir. Ister dunya
olceginde, ister ulke bazinda ele alalim, cagimizda yasanan sikintilar;
insanlar, topluluklar, devletler ve hatta ulkeler arasinda yasanan gelir
dagilimi dengesizligi, egitimde firsat esitliginin saglanamamasi, dogrudan
yasama hakkini ilgilendiren genel saglik sigortasinin kurulamamis olmasi ve geri
kalmis ulkeler basta olmak uzere genel dunya nufusunun buyuk ekseriyetinin
sosyal guvenlik kapsamindan mahrum olarak sefalet sinirinin altinda yasamaya
mecbur ve mahkûm edilmesi, ve benzeri sorunlardan kaynaklanmaktadir. Bugun
yeryuzunde ekonomik degerler hakca paylasilamamaktadir. Dunya nufusunun % 20`si,
gelir kaynaklarinin % 80`ini kullanmakta; % 80`i ise paylasilabilir kaynaklarin
ancak % 20`sini alabilmektedir. Oysa tabiatin imkanlarindan yararlanmakta
herkesin hakki vardir. Bu adaletsiz gelir dagilimini dengelemeden ve egitimde
firsat esitligini saglamadan, bozulmus dengeleri, yerli yerine oturtmak mumkun
degildir. Gucsuzu, yetimi, oksuzu koruyup gozetecek bir sistem kurulmadan
egitimde firsat esitligini yakalamak ve toplumlari yasanabilir bir hayat
standardina kavusturmak mumkun degildir.
Selcuklu ve Osmanli donemlerinde irk, din, dil ayirimi gozetmeksizin herkese,
her boyutta, hatta Farabi`nin ifadesiyle aoturulabilir sehirlerin", Osmanli
kulliyesi ve cevresi misali huzur ortamlarinin olusmasinda son derece onemli rol
oynayan vakif sisteminin felsefesi yakalanabilirse, gunumuzdeki insanlik
sorunlarinin hic degilse bir bolumunun vakif yoluyla cozumlenebilecegini
dusunmekteyiz. Ancak kurulacak vakfin kaynagi kisinin kendi emegiyle kazandigi
malvarligina dayanmalidir. Yeterince ekonomik bir potansiyele sahip olmadan
kurulan vakiflar, ilk kurulus heyecaninin gecmesinden sonra tikanip kalmaktadir.
Esas itibariyle vakiflar; amacini gerceklestirebilecek ve onu surekli
kilabilecek malvarligini kar amaci gutmeksizin kamu hizmetine sunmasi gereken
kuruluslardir. Ne yazik ki son donemlerde, dernekcilik anlayisiyla sermayesiz
vakiflar kurulmaya baslanmistir. Bu sekilde ortaya cikan ve hayatiyetlerini
devam ettirmeyi aidat ve bagislara baglayan vakiflarin kuruculari ne kadar iyi
niyetli olurlarsa olsunlar, toplum hayatini etkileyip yonlendirecek onemli
katkilarda bulunamazlar. Istisnalar bir yana bugun Turkiye`de, sermaye
birikiminin yitirildigi Osmanli`nin gerileme doneminde oldugu gibi; muesseseler
kuran vakiflar yerine, yapilasmayi ve cok fazla harcamayi gerektirmeyen soyut
amacli vakiflar kurulmaktadir. Bu anlayistan en kisa surede vaz gecilmeli,
yeterli plan, proje ve sermaye birikimine sahip vakiflar kurulmalidir. Bundan
sonra kurulacak vakiflar ferdi meseleler yerine genis kitleleri ilgilendiren
toplumsal konularla mesgul olmalidir. Bir yoksula yardim yerine, issize is
imkani saglayan tesisler dusunulmelidir. Burs yerine, karsiliksiz ve nitelikli
egitim imkani saglayan her seviyede okullar, ilac parasi yerine, yoksulu parasiz
tedavi edecek hastahaneler tasarlanmalidir.
Bin yillik Turk vakiflarini temsil ve idare eden Vakiflar Genel Mudurlugu
ise, kanaatimizce, yeni bir yapilanmaya tabi tutulmali, bu vakiflarin yonetimi,
Turk Medeni Kanunu`na gore kurulan vakiflarin mutevelli heyet baskanlarinin da
belirli bir oranda yer alacagi, genis tabanli bir Danisma Kurulu`na, secimle
gelmis bir Yonetim Kurulu`na sahip, genel hukumler cercevesinde murakabeye tabi
ozel hukuk hukumlerine gore idare olunur, ayri butceli mustakil bir yapiya
kavusturulmalidir.
Gunumuzde uygulanabilir nitelikte gordugumuz ve bir kismini yukarida
belirtmeye calistigimiz hizmetlerin topluca, tabiat ve insan gercekliginden
hareketle, iman, bilgi ve eylem dengeleri uzerine oturan ve Farabi`nin aerdemli,
mukemmel sehir" tasariminin kendi cagina gore tarihi tecrubesi olan Osmanli
kulliye ikliminin cagimiza gore yeniden yorumlanarak yeni huzur ortamlarinin
tasarlanmasi sûretiyle gerceklestirilmesi dusunulemez mi? Ancak bu taktirde,
vakiflar, yeniden sehircilik konusunda da devreye girmis olur. Suphesiz boyle
birhareketin gerceklestirilebilmesi, diger bir ifadeyle vakiflarin ucuncu sektor
olarak dinamik bir bicimde toplumlarin ve butun insanligin hizmetine
sokulabilmesi, ancak tarihte Turk vakif medeniyetine yon veren aHerkesin bir
yonu (ve yontemi) vardir. Siz hayrat yapmaya kosun, bu hususta birbirinizle
yaris edin..."(16) hukmunun arkasinda yatan felsefenin anlasilmasinave bu
felsefeye gore davranacak insanlarin yetistirilebilmesine baglidir.
________________________
Notlar
(1) Kitap ilk defa F. Dieterici tarafindan yayimlanmis olup (Leiden l895)
gunumuze kadar on besten fazla baskisi yapilmistir. Ilmi nesrini ise Albir Nasri
Nadir gerceklestirmistir (Beyrut l968). Ayrica, Almanca, Fransizca, Ispanyolca
ve Turkce tercumeleri vardir.
(2) Farabi, El-Medinetu`l-Fadila (cev.Ahmet Arslan), Kultur Bakanligi, Bin
Temel Eser, Ankara,l990,s.69-70.
(3) M. A. Lahbabi, Kapalidan Aciga -Milli Kulturler ve Insani Medeniyet
Uzerine Yirmi Deneme- (cev.B.Yediyildiz), TDV Yayinlari, Ankara,l996,s.25-28.
(4) Farabi`nin adi gecen eserinin Turkce tercumesine A.Arslan tarafindan
yazilan onsoze bakiniz,s.XXIII.
(5) N. Kuyas, "Kuresel dusun yerel davran", Milliyet, 26 Nisan l996,s.l8.
(6) B. Yediyildiz, "Hayrat kavrami uzerinde bazi dusunceler", Turk Kulturu
Arastirmalari, XXVII/1-2, Ankara,l989,s.277-284.
(7) Fatih kulliyesi hakkinda yapilan bir arastirma icin bkz. F.Unan, Fatih
Kulliyesi, TDV Yayinlari arasinda nesredilmek uzere baskida bulunmaktadir.
(8) A. Toynbee, Les villes dans l`histoire, Payot, Paris, 1972, s.173.
(9) Bu zaviyelerdeki hayat icin bkz. B. Yediyildiz, "Niksarli Ahi Pehlivan`in
Daru`s-suleha`si", Turk Tarihinde ve Kulturunde Tokat, Ankara l988,s.281-290;
B.Yediyildiz, "Sinan`in yaptigi eserlerin sosyal ve kulturel acidan tahlili",
VI.Vakif Haftasi Kitabi, Istanbul l989, s.109-110.
(10) Tableau general de l`Empire Ottoman, Paris, 1787-l828,c.II,s.46l.
(11) B. Yediyildiz, "Sinan`in yaptigi...", s.104-105.
(12) O. L. Barkan, "Fatih imareti l489-90 yillari muhasebe bilancolari",
Iktisat Fakultesi Mecmuasi, c.XXIII/1-2, Istanbul l963, s.290-300. (13) U.
Erkan, "Sinan yapilarinda yakin ve uzak cevre iliskileri uzerine dusunceler",
Mimarbasi Koca Sinan Yasadigi Cag ve Eserleri, VGM Yayini, Istanbul l988,
c.I,s.625-630.
(14) S. Eyice, "XVI.yuzyilda Osmanli Devleti`nin ve Istanbul`un gorunumu",
Mimarbasi Koca Sinan..., s.99-107.
(15) M. Cezar, Tipik Yapilariyla Osmanli Sehirciliginde Carsi ve Klasik Donem
Imar Sistemi, Istanbul l985, s. 335-336, 346.
|