Türk Kültür Sistemi İçinde Vakfın
Yeri
Prof. Dr. Bahaeddin YEDİYILDIZ
Hacettepe Universitesi, Ankara
"Vakfin efdali, nasin kenduye esedd ihtiyac ile muhtac oldugu bir seyi vakf
etmektir." Omer Hilmi, Ithafu`l-ahlaf fi Ahkami`l-evkaf, Istanbul
1307, s.15.
Dunya tarihinin akisini etkileyen onemli hareketlerden biri de Ronesans`tir.
Arastirmalarda Ronesans`in farkli bicimlerde degerlendirildigi gozleniyor.
Ronesansi, Antikite`nin dirilisi olarak degerlendirerek, onu Ortacag`dan tamamen
koparan gorusle, XIX. yuzyilda bu goruse tepki olarak Romantizmle birlikte her
seyin tohum halinde Ortacag`da bulundugunu savunan gorusu tenkit eden V.-L.
Saulnier, Antikite`nin oldugu kadar Ortacag`in da buyukluklerini teslim etmek
gerektigini, Ronesans`in Antikite`den oldugu kadar cok genis bir sekilde Ortacag
medeniyetlerinden de yararlandigini inkar etmenin mumkun olmadigini belirtiyor
ve Ronesans`in ayirici vasiflarini sayarken, kaynaklara donus zevkine, sahsi
calismanin tesvikine, bu iradelerin suurlanmasina ve edebi ifadelerle
yayilmasina, saheserler yaratmaktaki muessiriyete dikkat cekiyor ve Ronesans`in
kaynaklara donus zevkiyle birlikte kulturde bir denge-tarih ve halihazir
arasinda denge, insan davranisinin belirlenmesinde tabiat ve ilahi degerler
arasinda denge, sanat ve dunya gorusu arasinda denge, gercegin dogrudan
kavranisi ve sembolik yorumlara ait iddialar arasinda denge, otorite ve tenkid
hakki arasinda denge- arayisindan ibaret oldugunu soyluyor (1).
Bu dengeler kurulabilmis midir? Yoksa yeniden mi bozulmustur? Gunumuz
dunyasi, baris ve huzur arayisi icindedir. Sosyal ve ekonomik gelismenin
surekliligi, tabii cevrenin muhafazasi, daha iyi bir hayat standardinin
yakalanmasi, insan haklarinin korunmasi, herkes icin temel kamu hizmetlerine
kolayca ulasilabilen saglikli ve guvenli bir hayat ortami hazirlanmasi, nihayet
kulturel farkliliklarin ve kimliklerin yok edilmemesi icin kuresel dayanisma ve
isbirligi arayislari vardir. Ferdin temel hurriyetlerden yararlanma hakki
savunulurken, ayni kisiye diger insanlarin ve gelecek nesillerin haklarini
korumakla yukumlu oldugu da hatirlatilmaktadir. Herkesten genel kamuoyunun
iyiligine aktif katki beklenmekte; sivil toplum kuruluslarina, ozel sektore ve
kamu sektorune mensup aktorlerin hepsinden toplumsal sorumluluk anlayisi icinde
hareket etmeleri istenmektedir.
Oyleyse, Ronesans`in yukarida bahsettigimiz denge arayislari, yine gundemde
demektir. Ancak bu sefer boyle bir arayis icine giren sadece Avrupa degil, butun
dunyadir. Bu durumda insanlik bu dengelerin kurulmasinda eskiye nazaran daha
sansli sayilabilir. Çunku yararlanacagi tarihi tecrube mirasi cok daha cesitli
ve zengindir. Bu miraslarin hic birini tahrip ve taklit etmeksizin, once tahlil
ederek tanimak, sonra da elde edilen unsurlari yeni terkipler icinde yeniden
insanligin kullanimina sunmak gerekmektedir (2). Mesela, Selcuklular ve
Osmanlilar zamanindaki Turk vakif uygulamalarinin ve bu uygulamalarin arkasinda
yatan dunya ve insan anlayisinin, gunumuz insanliginin aradigi baris ve huzur
ortaminin tesisine onemli olcude katki saglayabilecegi soylenebilir. Zira
Selcuklular ve Osmanlilar zamaninda gerceklestirilen Turk medeniyeti de
Turklerin bu genis cografya uzerinde devraldigi kultur unsurlarinin yeni bir ruh
ve anlayisla yeni bir terkibe kavusturulmasi sonucu ortaya cikmistir.
Bu terkip, eski kultur unsurlarini yok etmeyen, fakat bunlari kullanan
dinamik kulturun asliyetini ve kimligini de bozmayan bir terkiptir. Tipki,
Racine`in trajedileri gibi. Bu trajedilerde her deyim, hatta her kelime bir Grek
veya bir Latin`den alinmis. Biri Tragiques`lerden, digeri Virgile`den geliyor.
Bununla beraber, kirintilar ve parcalar bir sistem halinde yeniden kompoze
edilmistir. Buna ragmen, bu sistem eskilerin sisteminden tamamen farklidir. Yeni
terkip, Grek veya Latin atalarin katkilarindan tamamen baska bir anlam
kazanmistir (3). Anadolu Turk kultur urunleri arasinda bu tur terkip
orneklerinden binlercesini bulmak mumkundur. Bilindigi uzere XI. asrin ikinci
yarisindan itibaren Anadolu'ya yerlesen Turkler, bu ulkede bircok siyasi
tesekkul meydana getirmislerdir. Bunlardan en buyukleri Anadolu Selcuklulari,
Osmanli Devleti ve Turkiye Cumhuriyeti'dir. Selcuklulardan once ve sonra kurulan
Beylikler de vardir. Bunlardan siyasi ve askeri bir varlik gosteremeyenler bile,
kurduklari vakif muesseseleri sayesinde, devraldiklari kulturel miraslari en iyi
sekilde degerlendirerek ve cevre kulturlerden de yararlanarak, yukarida
bahsettigimiz yeni kulturel terkipleri yaratmakla sohret bulmuslardir. Mesela,
Mengucekler zamaninda Ahmed Sah ve Turan Melek tarafindan vakif olarak kurulan
ve bir Ulu Cami ile Darussifa'dan olusan kulliye boyle bir terkibin urunudur. Bu
kulliye gercekten "hemen hemen Yakindogu'nun hic bir sanat eserinde
gorulmeyen plastik etkilerle, Sasani sanatinin, Gazne sanatinin, steplerin
hayvan stilinin, Iran Selcuklu devri alci dekorasyonunun, Yakindogu ahsap
isciliginin tas malzeme ile yeniden yorumlanmis ve hayranlik uyandiran bir
teknikle gerceklestirilmis" essiz bir sentezidir. Bir vakif urunu olan bu camiin
tac kapisinda, vakfin kurucularindan biri olan Ahmed Sah'in ailesinin ongunu
olan iki basli dogan kusu da bu terkip icinde yerini almistir. Topluma din ve
saglik hizmetleri sunmak uzere hayrat olarak kurulan ve surekli gelir kaynaklari
(akarat )'na da sahip kilinan bu kulliyenin camiindeki minber, ahsap oymacilik
sanatinin saheser orneklerinden birini teskil eder. Bu oymalar goze hos gelen
birer estetik unsur olmaktan ote, Turk vakif kulturune ruh veren bir mananin
ahsap minbere naksedilisine vesile olmustur. Gercekten, Ulu Camiin minberindeki
bu oymalar, 7,5 asirlik bir maziden seyircisine soyle seslenmektedir: "Ilim
ogreten, su getiren, kuyu kazan, meyve agaci diken, mescid bina eden, mushaf
birakan ve bir de anasi babasi icin magrifet dileyen evlat yetistiren kimsenin
sevabi kesilmez, oldukten sonra da devam eder".
Iste bir cok kulturden alinan muhtelif unsurlari yeniden yorumlayarak birbiri
icinde eriten ve yaratici dusunceyle yeni bir senteze kavusturan asil faktor
Islam Peygamberi'nin bu hadis 'inde ifadesini bulan kiymet hukumleridir. Ilim
yapmak ve yaymak, toplumun su ihtiyacini gidermek, topragi agaclandirmak, mescid
ve cami yapmak, kitap yazmak ve nesilden nesle gecmesini saglamak, ana-baba icin
magfiret dilemek, diger bir ifadeyle atalarina karsi saygili olmak gibi,
sozkonusu hadis'in ihtiva ettigi kiymet hukumleri, Selcuklu ve Osmanli
asirlarinda, Turk sosyal sistemini yonlendirmis ve kontrol etmistir. Daha sonra
genisleterek tekrar ele alacagimiz benzer kiymet hukumlerinden bir cogunun,
musluman Turk toplumunda uygulanabilir formlara donusturulmesi, vakiflar
sayesinde gerceklestirilebilmistir.
O halde vakif nedir?
Vakif, VIII. asir ortalarindan XIX. asir sonlarina kadar uzanan bir donemde
Islam memleketlerinin, ozellikle Selcuklular ve Osmanlilar zamanindaki Turk
dunyasinin sosyal, kulturel ve ekonomik hayatinda ehemmiyetli bir rol oynamis
olan dini, hukuki ve sosyal bir muessesedir. Bir kisi mulkiyetine sahip oldugu
menkul ve gayri-menkul mallardan bir kismini veya onlarin tamamini, Allah'in
rizasini kazanma niyetiyle, halkin her hangi bir ihtiyacini gidermek uzere dini,
hayri ve ictimai bir gayeye muebbeden tahsis ederse, malini vakfetmis, yani bir
vakif muessesesi kurmus olur. Bu davranisin arkasinda her hangi bir mecburiyet
veya zorlama degil, fakat insanliga karsi ferdi sorumluluk hissi, vicdani bir
hizmet duygusu, diger bir ifadeyle iyilik, sefkat, yardimlasma, dayanisma, her
hangi bir insani veya baska bir canliyi maddi ve manevi acidan huzura kavusturma
yolunda haz duyma, ve benzeri kultur degerleri, ve bu degerleri kendisine ilke
edinmis kisinin hur iradesi yatmaktadir. Oyleyse Islam vakfini, musluman
toplumlarda, Islam'in kultur sistemi unsurlarindan birinin, bu toplumlara mensup
bir kisiyi harekete gecirerek, onun sahsi mallarindan bir kismini kamu hizmeti
gorecek kuruluslara donusturmesi eylemi olarak tanimlamamiz mumkundur. Bu
eylemin, diger bir ifadeyle degerlerin musahhaslasarak muesseselesmesi olgusunun
bir urunu olan vakif, Islam toplumlarinin bazi donemlerinde, ekonomik, sosyal ve
kulturel hayatin her cephesinde kendisini hissettiren bir yapiya kavusmustur.
Mesela, "Osmanli Imparatorlugu devrinde pek buyuk bir inkisafa mazhar olan
vakiflar sayesinde bir adam vakif bir evde dogar, vakif bir besikte uyur, vakif
mallardan yer ve icer, vakif kitaplardan okur, vakif bir mektepte hocalik eder;
vakif idaresinden ucretini alir ve oldugu zaman kendisi vakif bir tabuta konur
ve vakif bir mezarliga gomulurdu. Bu suretle beseri hayatin butun icaplarini ve
ihtiyaclarini vakif mallarla temine pek ala imkan vardi". (4)
Islam vakfinin iki onemli unsuru vardir: Bizzat kendisinden yararlanmak uzere
vakfedilen bina ve muesseselere hayrat; bu muesseselerin ebedi olarak yasamasi
ve topluma hizmet sunabilmesi icin vakfedilen gelir kaynaklarina ise akarat
denilir. Vakfin bu iki unsurunu tasvir eden ve gelir kaynaklarinin nasil
isletilecegine ve hedeflenen hizmetlerin nasil gerceklestirilecegine dair
ilkeleri belirleyen belgeye ise vakfiye adi verilir. Vakiflar Genel Mudurlugu
Arsivi'nde Selcuklu ve Osmanlilardan kalan ve gunumuze kadar ulasan 26 bin
vakfiye ve benzeri belge mevcuttur. Bu belgeler vakif kurucusunun insan ve dunya
anlayisini, ayrica vakif kurma gerekcelerini aciklamamiza yarayacak verilerle
doludur. Bu sebeple, sozkonusu belgelerden vakif muesseselerine hayat veren
kultur sistemi unsurlarini yakalamamiz mumkundur.
Islam hukukuna gore, her hangi bir malvarliginin vakf edilebilmesi icin bu
mallarin vakifin mutlak mulkiyeti altinda bulunmasi gerekir. Islam teorisinde
bir malin kazanilmasi ve mulk edinilmesi siki sikiya insan emegine ve
calismasina baglidir. Bu sebeple vakif kuruculari vakfiyelerinde Kur`an'in
"hakikaten insan icin kendi calistigindan baskasi yoktur" (5) ayetine ve Islam
Peygamberi'nin "bir kimse olu araziyi ihya ederse ona malik olur" hadisine
atifta bulunmakta, vakfetmeyi dusundukleri mal varliginin kendi emekleri mahsulu
halis mallari oldugunu israrla beyan etmektedirler. Bu tur aciklamalarla insanin
ferdi sorumlulugunun, emeginin ve calismasinin onemi ve degeri vurgulanmak
istenmektedir.
Alin teriyle kazanilan mal varligindan bir kisminin veya tamaminin baska
insanlarin ihtiyaclarini gidermek uzere vakfedilmeleri konusunda ise,
Balkanlardan Turkistan'a kadar Turkler tarafindan kurulmus vakiflarin
vakfiyelerinde, genellikle "gonul hoslugu ile odunc vermek"(6), "Allah yolunda
(fi sebilillah) mal harcamak (infak)"(7), malini akrabaya, yetimlere, yoksullara
vermek (i`ta)"(8), "fakiri beslemek (it`am)"(9), "sadaka vermek"(10), ve
ozellikle "hayrat yapmakta yarismak"(11) gibi mefhumlari ihtiva eden Kur`an
ayetlerine atifta bulunulmaktadir.
Insani ve toplumu harekete geciren ve onlara yon veren bu kavramlardan bir
kacini kendi konteksti icinde ele alarak tahlil etmek, meseleyi biraz daha
aydinlatacaktir. Mesela hayrat kavraminin gectigi ayetlerden birinin tamami
soyledir: quot;Kendilerine kitap verilenlerden dogruluk uzere bulunan, gece
vakitlerinde Allah'in ayetlerini okuyan, secdeye kapanan bir topluluk vardir;
onlar Allah'a ve ahiret gunune inanirlar, iyiligi emrederler, kotulukten
vazgecirmeye calisirlar, Hayrat'ta, yani hayri ve sosyal islerde birbirleriyle
yaris yaparlar, iste onlar kurtulusa erenlerdirquot;. (12)
Turk vakif literaturunde en cok kullanilan kelimelerden birisi de meberrat
kelimesidir. Meberrat, sevap icin insanlik yararina tesis edilmis kuruluslar
manasina gelmektedir ki, bir bakima, hayrat 'la es anlamlidir. Meberrat
kelimesinin koku her turlu iyilik, hayir manasina gelen arapca birr sozcugudur
ve Kur`an'dan alinti yapilarak sik sik vakfiyelerde zikredilen bir ayette soyle
tanimlanmaktadir: quot;Birr, yani iyilik ve hayir, yuzlerinizi dogu ve bati
yonune dondurmeniz degildir. Fakat birr, -Allah'a, ahiret gunune, meleklere,
kitaba ve peygamberlere iman eden, -Ona olan sevgisine ragmen malini
akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmis misafirlere, dilenenlere, kole ve
esirleri kurtarmaya veren, -Namazini dosdogru kilan, zekatini veren
(kimselerin), -Ahidlestikleri zaman sozlerini yerine
getirenlerin, -Sikintida ve hastalikta ve muharebenin kizistigi zamanlarda
sabir ve metanet gosterenlerin birr'idir. -Inanclarinda sadik olan onlardir
ve onlar takvaya erenlerin ta kendileridirquot;(13).
Vakfiyelerde sikca zikredilen Kur`an ayetlerinden bir digeri de sudur;
"Herkesin ve (her milletin) yoneldigi bir yonu ve yontemi vardir. Siz hayrat
yapmaya kosun, bu hususta birbirinizle yaris edin..." (14).
Iste bu ve benzeri prensipler, Turk kultur hareketine, Turk humanizmasina yon
vermis olan dustûrlardir. Bilindigi uzere, hayrat ve meberrat, yahut muessesat-i
hayriye tabirleri, Osmanli literaturunde dogrudan ve karsiliksiz olarak topluma
ve butun insanlara hizmet sunmak icin yapilmis vakif bina ve kuruluslari ifade
etmektedirler. Kanuni Sultan Suleyman'in Seyhulislami Ebussuud, Kur`an'daki
hayrat kavramini yorumlarken, insani iki dunya saadetine kavusturan her turlu
faaliyet ve eser oldugunu soylemektedir (15). Bir Osmanli hukukcusu muessesat-i
hayriye 'yi soyle tanimlamaktadir: "me`abid ve medaris ve mekatib ve imaret ve
daru'l-kurra ve zevaya ve kutuphane ve fukarahane ve misafirhane ve kopru ve
hastahane ve daru's-sifa ve cesme ve sebilhane ve havuz ve kabristan gibi ashab-
i hayr tarafindan insa ve vakf edilen asar-i hayriye 'dir" (16).
Burada karsimiza bir de ashab-i hayr kavrami cikiyor ki, hayir sahipleri
manasina gelen bu tabirle, yukarida bahsettigimiz hayir eserlerini, yani bugun
modern devletlerin topluma goturmek zorunda oldugu hizmetlerin hemen hemen
hepsini kendi sahsi malvarliklariyla ve vakif yoluyla, muhtelif fonksiyonlu
muesseseler kurarak gerceklestirmeye calisan kimseler kastediliyordu. Bu
kisilerden her birine, sahibu'l-hayrat, sahibu'l-hayrat ve'l-hasenat, sahibu'l-
hayrat ve'l-meberrat da deniliyordu ki, burada hasenat ve meberrat tabirleri
hayrat'la ayni seyi ifade etmektedirler. Eserleriyle sosyal ihtiyaclara cozum
getiren bu insanlardan bazilarina da Ebu'l-hayrat yani hayrat babasi lakabi da
verilmistir. Mesela II. Murad bunlardan biridir.
Bircok eserin kurucusu olan II. Murad'in Ebu'l-Hayrat diye anilmasinin
sebebini anlamak ve hayratin nasil bir butunluk teskil ettigini daha iyi
kavramak icin, II. Murad'in sadece Ergene'yi nasil imar ettigini gormek
yeterlidir. Bu olay, Tacu't-Tevarih'te, sadelestirilmis sekliyle soyle
anlatilmaktadir: "Soylendigine gore Ergene koprusunun bulundugu yer vaktiyle
Çengelistan (sik orman) imis ve cogu bucagi batak, ormanlik yoreleri ise
haramilere siginak olurmus. Bu ormanlikta gizlenen yol kesiciler, her an, gelen
giden yolcularin yollarini keser, nice gunahsizlari oldurerek, yok yere
tepelerlermis. Hic bir gun gecmezmis ki bu korkulu ve tehlikeli yerde bir nice
bicare zulum kiliciyla dogranmamis ve varliklari parcalanmamis olsun. Iste bu
sebeple aydin yollari tutan padisah, zulum yollarindan keder dikenlerini
kaldirmak uzere ve pek cok para sarfetmek suretiyle once bolgeyi temizledi.
Orasini konaklanacak duzenli bir yer haline getirdi. Yuz yetmis dort yuksek
kemer uzerine uzatilmis essiz bir kopru yaptirdi ki, cihana ornek oldu. Koprunun
bir basinda Ergene adiyla anilan guzel bir kasaba kurdurup, cami, imaret, vb.
yapilarla susledi. Boylece gelen ve gidenlerin, bolluk icinde olan bu kasabadan
faydalanmalarini sagladi. Sozu edilen imaret tamamlaninca, Edirne'den
bilginleri, fakirleri bu kasabaya cagirip solen eyledi. Ilk yemegi kerem
dagitmaya aliskin eliyle ulestirdi. Bilginlere, olgun kisilere pek cok
lutuflarda, ikramlarda bulundu. Camiin mumlarini bile kendi eliyle yakip kerem,
comertlik ve adalet ceragiyla orada olanlarin, torene katilanlarin gonullerini
aydinlatti. Bunlari yapan mimara, degerli bir hil`at ile birlikte pek cok
armaganlar verdi. Koprunun ote basinda da bir ulu kubbe insa ettirerek, burasini
koy haline getirdi ve gerek kasabalarda gerekse bu koyde oturan halki her turlu
avariz-i divaniyeden beri ve musellem eyledi"(17).
Selcuklu ve Osmanli donemlerinin sosyal ve kulturel tarihi incelendiginde bu
hayrat babalari sayesinde, modern devlet anlayisina gore, bugun kamu hizmetleri
karakterini tasiyan sayisiz sosyal hizmetlerin vakif muessesesiyle
gerceklestirildigi derhal gozlenebilmektedir. Hakikaten, yol ve kopru yapimi ya
da sulama sebekeleri gibi alt yapi hizmetlerini; hastahanelerin insasi ve
fakirlerin gozetilmesi gibi sosyal yardim hizmetlerini; mektep, kutuphane,
medrese kurma, talebelere burs ve hocalara maas verme gibi egitim-ogretim ve
kultur hizmetlerini, camilerin insasi ve din gorevlilerinin maaslarinin odenmesi
gibi dini hizmetleri vakif muessesesi ustlenmis bulunmaktaydi.
Yapilan arastirmalar gostermektedir ki, Selcuklu ve Osmanli asirlarinda
binlerce kisi kendi paralariyla, hic bir sahsi menfaat beklemeksizin sozunu
ettigimiz hizmet alanlarinda binlerce muessese kurmus ve bu muesseselerin
surekli bir sekilde isleyebilmesi gayesiyle, kendi mulkleri olan tarim
isletmelerinden, meskenlerden, iktisadi kuruluslardan bir kismini veya birikmis
paralarinin bir bolumunu gelir kaynagi olarak bu muesseselere tahsis
etmislerdir. Yapilan hesaplara gore, sancak denilen ucyuz idari biriminden her
birisinde takriben bine yakin vakif bulunan Osmanli Devleti'nde vakiflarin genel
butcesi, devlet butcesinin ucte birine ulasmaktaydi. Demek oluyor ki, yukarda
belirttigimiz kiymet hukumlerini benimseyen kisiler, hicbir zorlama karsisinda
kalmaksizin kendi istekleriyle, kendi oz mallarindan, devlet butcesinin ucte
biri kadar bir geliri kamu hizmetlerine aktarabilmekteydiler.
Gercekten bu muessese sayesinde, bir cok sahsiyet kendi oz mallarini
cemiyetin diger fertleri yararina hizmet sunacak hayrat kurmak sûretiyle sefkat
prensibini musahhaslastirmislardir. Mesru yollarla, calisarak mulk edinmis,
fakat ihtiyaclarindan fazlasini amme hizmetlerine aktararak sosyal adaleti
gerceklestirmislerdir. Boylece, kardeslik ve dayanisma prensipleri uygulama
alanina girebilmistir. Ustelik, dil, din ve irk ayirimi gozetmeksizin herkese
hizmet sunan vakif muessesesi, boylece hosgorunun de timsali olabilmistir.
Cemiyetin her kesiminde, diger bir ifadeyle kulturun her kademesinde muessir
oldugunu gordugumuz vakif muessesesi sayesinde, sahsi servetler, sayisiz Turk
koy ve sehrinde muslumanlarin dini, sosyal, kulturel ve hatta siyasi merkezleri
olarak tezahur eden camiler haline gelmistir. Bu servetler, bazi camilerin
cevresinde, medrese, imaret, cesme, sebil, kutuphane, hastahane ve bunun gibi
diger kuruluslara donusmus, boylece kulliyeler olusmustur. Binalar ve hizmetler
kompleksi, sosyal teskilatlar butunlugu olarak kulliyeler... Dogubeyazit'daki
Ishak Pasa Kulliyesi'nden Edirne'deki Selimiye Kulliyesi'ne, Sinop'taki Ulu Cami
Kulliyesi'nden Hatay'daki (Payas) Sokullu Kulliyesi'ne kadar Turkiye'nin her
tarafina yayilmis yuzlerce eser... Bursa'da Yesil, Kastamonu'da Ahmed Dede,
Amasya'da II. Bayezid, Manisa'da Muradiye, Istanbul'da Fatih veya Suleymaniye
oluvermektedir. Bu bir medeniyet hareketidir.
Sahsi servetler, vakif sayesinde, Anadolu'nun fethinden itibaren binlerce
koy, yuzlerce sehir, sehirleri birbirlerine baglayan yol, yollar uzerinde
kervansaray olmustur. Ta XVIII. asirda bile, Damad Ibrahim Pasa'nin vakiflari
Muskara Koyu'nu "Nevsehir" yaparken, Darussaade Agasi Besir Aga'nin vakiflari,
bugun Romanya'da bulunan Sunne Bogazi'nda Sulina sehrinin temellerini
ativermistir. Bir Anadolu sehri dusunun ki, oradaki vakif kuruluslarini
kaldiralim ve ona quot;Turk Sehriquot; veya sadece quot;sehirquot; diyelim. Bu
mumkun degildir. Mesela Bursa'da, Hudavendigar, Muradiye, Yildirim, Emir Sultan,
Ulu, Yesil, Ali Pasa, Tuzpazari, Azapbey, Orhangazi camilerinin ve onlari
tamamlayan diger vakif eserlerin bir an icin yok oldugunu farzedelim. Geriye
Bursa'da Bursaliktan ne kalacaktir? Belki sadece yesil bir tabiat... Kars'tan
Edirne'ye butun sehirlerin durumu aynidir.
Bu eserlerden gunumuze kalanlarin sayisi sadece Turkiye'de yedi bin
civarindadir. Dagilan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birligi topraklari
uzerinde, l9l7'den once, otuzbinden fazla vakif cami vardi. Cecenistan'daki
medreselerin sayisi 800, Azerbaycan'dakilerinki ise 786 idi (18).
l879'da sadece Kibris'ta l3l vakif mevcuttu. Bunlardan 87'si cami, dokuzu
mektep ve medrese, 9'u zaviye, ucu cesme ve icme suyu, ikisi turbe vakfi idi.
Geriye kalan yirmi iki tanesini ise, Sultan II.Selim'in ve Osmanli donemi diger
devlet adamlarindan Lala Mustafa Pasa'nin, Sadrazam Abdullah Pasa'nin, Ebubekir
Pasa'nin, Sinan Pasa'nin, Arap Ahmed Pasa'nin, Ferhad Pasa'nin ve digerlerinin
genis kapsamli kulliye vakiflari teskil ediyordu (19).
Ayverdi'nin tesbitlerine gore l982'de Bulgaristan'da, 3339 adet Turk Vakif
hayrati mevcuttu. Bunlardan 2356'sini cami ve mescidler, l42'sini medreseler,
273'unu kopruler, l6'sini kervansaraylar, digerlerini ise, hamam, ilica, turbe,
kale, cesme, sebil, kutuphane, vb.. hayrat teskil etmekteydi(20).
Hollandali sarkiyatci M. Kiel, bir Turk Vakfi olan Kidemli Baba Sultan
Tekkesiyle ilgili incelemesinde, "Bulgar Imparatorlugu zamaninda, Bulgaristan'in
simdiki guney-bati kosesi olan bu mintika, issiz ve bosaltilmis, hicbir insanin
bulunmadigi bir toprak parcasiydi. Filibe ve Edirne arasindaki l50 km.'lik serit
cok zor yasanabilecek bir yerdi... Rahat yuzu gormeyen memleket, ancak
Osmanlilarin kesin fethinden sonra sukûna kavustu... Yeniden islenmesi gereken
bos memleketin iskani icin derhal buyuk olcude yatirimlara girisildi" (21)
demektedir ki, butun bu yatirimlar vakiflar sayesinde gerceklestiriliyordu.
Sadece bir fikir edinmemize yarayacak olan bu rakamlar suphesiz sozkonusu
bolgelerdeki Turk vakiflarinin tamamini ifade etmekten uzaktir. Bununla
birlikte, sirf bugune kalan Turk vakif eserlerinin tarihi tahlilleri bile
vakiflarin klasik Turk kulturunde oynamis oldugu rolu butun acikligi ile
gostermeye yetmektedir. Mesela, hemen hemen her Osmanli sehrinin merkez camii
etrafinda kumelenen medrese, imaret, cesme, sebil, kutuphane, hastahane ve bunun
gibi diger kuruluslardan olusan ve binalar ve hizmetler kompleksi, sosyal
teskilatlar butunlugu olarak nitelendirebilecegimiz Osmanli kulliyeleri, sadece
ibadet yeri, ogretim merkezi veya fakir mutfagi degildi. Çevrelerinde baska
toplanti yerlerinin gelismesine onayak olduklari icin sosyal katalizor rolu de
oynuyorlar, sosyal ve kulturel butunlesmeyi tesvik ediyorlardi. Medresenin hoca
ve talebeleri, yemek saatlerinde imarette, kulliyenin diger gorevlileri,
cevrenin fakirleri ve baska yerlerden oraya gelen yolcularla; yukarida
zikredilenlerden baska sehir halkinin muhim bir kesimiyle de gunde bes vakit
camide bir arada ve icice bulunmaktaydilar. Kulliyenin merkezinde yeralan cami
ile sehrin diger cami ve mescidleri, Osmanlilarin universitesi durumunda olan
medresenin halka acilan kapilari, konferans salonlari idi. Medresede elde edilen
ve uretilen bilgiler, medresenin hocalari ve talebeleri tarafindan bu salonlar
sayesinde halka aktarilabilmekteydi. Ulkenin cesitli yorelerinde bulunan diger
camiler de ayni fonksiyonu ifa etmekteydiler. Bilindigi gibi, medresede ogretime
her sene uc ay ara verilmekte, talebeler ulkenin muhtelif bolgelerine dagilmakta
ve sozkonusu camiler vasitasiyla medresedeki bilgiyi memleketin en ucra
koselerine kadar yaymaktaydilar. Boylece herkes okuma imkani bulamamasina
ragmen, kulliyelerde gerceklestirilen surekli egitim-ogretim sayesinde ulkenin
her yaninda ortak bir kultur olusmaktaydi. Bu vakif kulliyeler sayesinde, ayni
kultur degerlerini ve ayni davranis normlarini benimseyen halk, ortak kimligine
kavusuyor ve boylece sosyal butunlesme yayginlasiyordu (22).
Vakif kulliyeler etrafinda gelisip sekillenen sehirler, vakif kopruler ve
yollarla birbirine baglanmisti. Bu yol sebekelerinin her menzilinde yer alan
vakif kervansaraylar, dunyanin simdiye kadar gerceklestirdigi en medeni ve
insani muesseseleri arasinda belki de ilk sirayi alabilir. Bunlardan biri
Selcuklu veziri Celaleddin Karatay'in XIII. yuzyilda Kayseri yakinlarinda vakif
olarak kurdugu ve hala ayakta duran ve muazzam bir sanat abidesi olan
kervansarayidir. Anadolu'nun ulasim sebekesini ve ticaret yollarini canli bir
sekilde ayakta tutan kervansaraylar zinciri icinde yer alan bu kervansarayda,
seyyahlarin anlattiklarina gore, quot;yazlik koskler ve kislik mekanlar
vardiquot;. Burada her mevsimde her seyi bulmak mumkundu. Kervansarayin ashanesi
yemek takimlariyla, hastahane ise yatak takimlariyla donatilmisti. Hastahanede,
aranan her ilac bulunabiliyordu. Hamam her zaman hizmete acikti. Yolcularin
hayvanlarinin barinacagi yerler de mevcuttu. Kervansaray'da maaslarini vakiftan
alan bir cok gorevli calismaktaydi. Kervansaraya gelen (musluman, kafir, hur ve
kole) her yolcuya esit olarak yemek ikram ediliyordu. Gerektiginde yolcularin
ayakkabilari tamir ediliyor, ayakkabisi olmayanlara yenisi veriliyordu.
Hayvanlarin nallanmasi dahil her turlu bakimlari da bedavaydi. Hasta hayvanlarin
tedavisi icin bir baytar gorevlendirilmisti. Hastalanan yolcular muayene
edildikten sonra, kendilerine gerekli ilaclar veriliyor ve tedavileri
yapiliyordu. Sihhatine kavusmaksizin kimse disari birakilmiyordu. Olum vaki
olursa yine vakfin imkanlariyla cenazeler ebediyete ugurlaniyordu (23) .
Selcuklu ve Osmanli asirlarinda Anadolu ve Rumeli, Celaleddin Karatay gibi,
cok calisarak cok kazandigi halde, dunyanin geciciligine inandigi icin maddenin
ve servetin esaretine dusmeyen, servetlerini insanligin sosyo-ekonomik ve
kulturel hizmetlerine sunarak ebedilestiren insanlarin kurmus olduklari bu tur
vakif muesseseleriyle, hayrat'la donatilmisti. Ulasim sebekesi uzerinde
kervansarayi bulunmayan menzillerde, belli olcude ayni fonksiyonu icra eden
zaviye, tekke veya misafirhaneler vardi. l64l-l642 yillarinda, uc arkadasiyla
birlikte, Misir'dan Istanbul'a kadar 67 gunluk bir yolculuk yapan Samuel ben
David Yemsel, yollari boyunca her gece bir han veya kervansaray bulduklarini,
hani ve kervansarayi olmayan iki kucuk kasabada yolculara tahsis edilmis misafir
odalarinda agirlandiklarini yazmaktadir(24).
Sadece insani degil, her canliyi koruma altina alan Turk Vakif ruhu, XV.
yuzyildan itibaren kuslar icin de koskler yapmaya baslanmasina vesile olmustur.
"Kus sarayi" da denilen bu vakif "kus evleri"nin bazilari, minareleri, yuksek
kenarli kubbeleri, hilal bicimindeki alemleriyle birer selatin camiini
andirmakta ve olaganustu iscilikleriyle dikkati cekmektedir. Bu kus evlerini
buyuk bir ilgiyle gozleyen Avusturya Sefiri Busbeck, l550'lerde soyle
yazmaktadir. "Turkiye'de hersey insanilesmis, her kati yumusamistir. Hayvanlar
bile"(25).
Bu yumusamanin, bu sevginin temelinde yatan bir inanc sistemi vardi. Selcuklu
ve Osmanli asirlarinda vakif kuran hayrat sahibi insanlar, bu dunyanin gelip
gecici bir misafirhane olduguna; fakat Tanri'ya donduruldugunde ebedi hayatin
mutlulugunu elde edebilmek icin, bu dunyada iken cok calismak ve elde edilen
kazanci, insanlari daha bu dunyada iken mutlu kilabilmek icin harcamak
gerektigine inaniyorlardi. Dunyanin geciciligine inanmak, Islam dunyasinin geri
kalis sebeplerinden biri oldugu sanilan "dunyadan el-etek cekme, miskinlesme ve
kor bir tevekkule boyun egme" anlamina gelmiyordu. Bu, "ask ahlaki" icinde,
insanca calisarak kazanmak ve kazandigini insanligin mutlulugu icin harcayarak
ebediyete ulasmak anlamina geliyordu. Bu, maddenin esaretinden kurtulmakla
mumkundu. Sevgi isiydi. XIII. asrin buyuk sairi Yunus Emre, "Ne varliga
sevinurem / Ne yokluga yerinurem / Iskunila avunuram / Bana seni gerek seni"
misralariyla, insanin maddeye ve dunyaya karsi hurriyetini dile getiriyordu.
Varlik sahipleri de ellerinde mevcut mal varliklarini diger insanlarin mutlulugu
icin vakfederek, bu hurriyeti bizzat yasiyorlardi.
Yunus'un "Ben gelmedim da`viyucun / Benim isim seviyucun / Dostun evi
gonullerdir / Gonuller yapmaya geldim" seklinde ifade ettigi sevgiyle hareket
eden insanlar, kurduklari vakiflarla gonuller yapmaya calisiyorlardi. Çalisarak
kazanmanin ve kazanci insanin mutlulugu icin harcamanin gayesi bu idi. Vakiflar
bu gayenin gerceklestirilmesi icin en iyi yol olarak goruluyordu. Ülkeyi mamur
ve insanlari mutlu kilan her vakif ya da hayrat Yunus Emre'nin dile getirdigi
sevginin meyveleriydi (26).
Turk toplumu, Selcuklu ve Osmanlilar doneminde yukarida aciklamaya calistigim
dunya anlayisinin dogmasina ve bu anlayisin uygulanmasina zemin hazirlayan
Kur'an ayetlerindeki "iyi is ve iyilik yapma", "hayrat yapmakta yarisma"
kavramlarinin, yine yukarida izah ettigimiz vakif eserlere delalet ettigini
dusunmus, bu anlayisi uygulama alanina koymak suretiyle, calismaya ve insan
sevgisine dayali Turk vakif kulturunu yaratmistir.
Acaba bu ayetler bu gun nasil yorumlanabilir? Tarihi Turk Vakif medeniyeti
mirasindan nasil yararlanilabilir? Bicimler degismistir, degisiyor ve
degisecektir. Fakat meselenin felsefi ozu diriligini muhafaza ediyor. Bu oz,
Ronesans'ta aranan kulturel denge icin bir maya teskil edebilir.
Kuzey Afrikali dusunur Lahbabi, "insan yetistiren ve onu tarihin sanatkari ve
dunyanin hakimi yapan calisma, ... medeniyeti veya en azindan insani bir
medeniyet icin gerekli sartlari ortaya cikarmaktadir. Bati, memleketleri kaba ve
hasin bir calismayla sanayilestirmistir. Simdi, insanilesmis bir calisma
sayesinde, milletleri medenilestirmek soz konusudur. Hem de butun milletleri"
diyor (27).
Yunus Emre'lerin ask ve insanca calismaya dayali dunya anlayislarinin ve bu
anlayistan kaynaklanan Turk Vakif mirasinin yeniden sorgulanmasi ve bazi
unsurlarinin yeniden kullanim alanina sokulmasi, boyle bir medenilesme
hareketine hiz katabilir.
_________________________
Notlar
1) W. K. Ferguson, La Renaissance dans la Pense Historique (cev. J.
Marty Payot, Paris 1950) adli esere V.-L. Saulnier`nin yazdigi onsoz, s. V-XVII.
2) Bu terkiplerin nasil yapilabilecegi konusunda bkz. B. Yediyildiz,
quot;Kultur ve Yenilesmequot;, Turk Kulturu, XX/231, (Temmuz, 1982) s.
525-541.
3) J. Berque, L`orient Second, Paris 1970, s. 42-43.
4) E. Arsebuk, Medeni Hukuk, Baslangic ve Sahsin Hukuku, I, Istanbul
1938, s. 298.
5) Kur`an, LIII/39. Çalisma ve hayrat arasindaki iliski icin bkz. B.
Yediyildiz, quot;Haci Bayram Veli doneminden gunumuze kadar gelen kultur
eserleriquot;, I. Haci Bayram-i Veli Sempozyumu Bildirileri, Ankara Valiligi Il
Kultur Mudurlugu Yayini, Ankara 1990, s. 133-143.
6) Kur`an, LVII/18; LXXIII/20.
7) Kur`an, II/195, 261.
8) Kur`an, II/177.
9) Kur`an, LXXXIX/18; CVII/3.
10) Kur`an, IV/114.
11) Kur`an, II/148; III/114.
12) Kur`an, III/113-114.
13) Kur`an, II/177.
14) Kur`an, II/148. Bu tur ayetlerin vakfiyelerde gecen yerleri icin
bkz. B. Yediyildiz, Institution du vaqf au XVIII e siccle en Turquie -etude
socio-historique- Ankara, 1990.
15) Ebussuud, Irsadu'l-akli's-selim ila mezaya'l- kitabi'l-kerim,
Tarihsiz, C. I, s. 119.
16) Omer Hilmi Efendi, Ithafu'l-ahlaf fi ahkami'l-evkaf, Istanbul,
1307, s. 6.
17) Hoca Sadettin Efendi, Tacu't-Tevarih, (Yalinlastiran: I.
Parmaksizoglu), Ankara 1974, C. II, s. 165-166.
18) B. Yediyildiz, quot;Islam'da vakifquot;, Dogusundan Gunumuze Buyuk
Islam Tarihi, Istanbul 1989, C. XIV, s. 40.
19) M. Kemal Dizdar, quot;Kibris Evkafiquot;, Milletlerarasi Birinci
Kibris Tetkikleri Kongresi, (14-19 Nisan, 1969) Ankara, 1971, s. 195-205.
20) Ekrem Hakki Ayverdi, Avrupa'da Osmanli Mimari Eserleri, IV,
Istanbul 1982, s. 11-191.
21) M. Kiel, quot;Bulgaristan'da eski Osmanli mimarisinin bir yapitiquot;,
Belleten, XXXV/137, 1971, s. 46-47.
22) Bu konuda daha genis bir tahlil icin bkz. B. Yediyildiz, quot;Sosyal
teskilatlar butunlugu olarak Osmanli vakif kulliyeleriquot;, Turk
Kulturu, (Mart-Nisan, 1981, Sayi: 219), s. 262-271.
23) Osman Turan, quot;Selcuklu devri vakfiyeleri III. Celaleddin Karatay
vakfiyesi ve vakiflariquot;, Belleten, C. XII/45, Ankara, 1948, s.
53-59.
24) B. Lewis, quot;1641-1642'de bir Karayit'in Turkiye
seyahatnamesiquot;,Vakiflar Dergisi, C. III, s. 97-106.
25) B. Yediyildiz, quot;Vakifquot;, Yeni Turk Ansiklopedisi, C. XI,
Istanbul, 1985, s. 4573.
26) B. Yediyildiz, quot;Yunus Emre Donemi Turk Vakiflariquot;,VIII. Vakif
Haftasi Kitabi, VGM Yayini, Ankara 1991, s. 23-28.
27) Lahbabi,
Kapalidan Aciga: Milli Kulturler ve Insani Medeniyet,
(cev. B. Yediyildiz) Istanbul 1980, s. 78-79.
|