Sağlıklı bir toplum ; bedensel, ruhsal, sosyal yönden sağlıklı bireylerde oluşur. Bireylerin tüm yönleriyle sağlıklı olabilmesi ise, çocukların çok yönlü gelişimine ve eğitimine önem vermek ve kaynak ayırmakla mümkündür. Yatırımların en etkilisi çocuklar için yapılan yatırımdır. Çünkü her yönden sağlıklı yetişmiş bir çocuk, gelecekte yaratıcı, üretici, çok yönlü düşünebilen, yaratıcı ve bilimsel problem çözme gücü yüksek, etkili iletişim kurabilen kendisi ve çevresiyle barış içinde yaşayabilen, gizil güçlerini en etkili bir biçimde kullanabilen, kendisini gerçekleştirmiş mutlu bir yetişkin, hak ve sorumluluklarını bilen nitelikli bir vatandaş olacaktır. Sağlıklı yetişmiş çocuk değer yaratmaya adaydır. Toplumun gelişebilmesi, sağlıklı bireylerden oluşması ile mümkündür. Sağlıksız ve nitelikli eğitimden yoksun çocuk ise, toplumun mutsuzluk kaynağıdır ve gelişmesini önleyecek en önemli faktördür.
Erken yaşlarda çocuğun içinde bulunduğu çevre ve çocuğa sağlanan eğitimin niteliği onun gelecekteki başarılarını ve dolayısıyla da yaşam kalitesini büyük ölçüde belirlemektedir. Yapılan araştırmalar ilk çocukluk yıllarındaki uyarıcı ortam ve yaşantı yetersizliklerinin daha sonraki yıllarda öğrenme ve gelişim düzeyini sınırlandırdığını; zengin uyarıcı çevrenin ise, okul öğrenmelerinin temelini oluşturan anadilini kullanma yeterliliğini, sayısal, uzaysal yeteneklerini, başarma güdüsünü , iyi çalışma alışkanlıklarını, sonuç olarak öğrenme düzeyini artırdığını göstermektedir. (Bloom, 1976).
Bloom’un yaptığı analizlere göre, 17 yaşına kadar olan zihinsel gelişimin % 50 si dört yaşına, % 30’u dört yaşından sekiz yaşına, % 20’si ise sekiz yaşından 17 yaşına kadar oluşmaktadır. Çocuğun ilk yaşlarda dar ve sınırlı bir uyarıcı çevreden, zihinsel gelişim açısından zengin bir uyarıcı çevreye, zihinsel gelişim açısından zengin bir uyarıcı çevreye geçişi 20 derecelik bir zeka farkı yaratmaktadır. Bloom’a göre bu fark, bir çocuk için ilerideki meslek hayatında işçi olmak ile profosyonel bir meslek sahibi olmak arasındaki fark gibidir.
Ayrıca yine Bloom tarafından irdelenen araştırma sonuçlarına göre, çocukların 18 yaşına kadar gösterdikleri başarının %33 ü okul öncesindeki, % 42’si İlköğretim devresindeki % 25’i ise ortaöğretim devresindeki başarıları ile açıklanabilmektedir. Eldeki bulgular bize, öğrencilerin ortaöğretim ve yükseköğretim kademesindeki başarı farklılıklarının büyük bir kısmının okulöncesi ve ilköğretim dönemlerindeki öğrenmeleri ve eğitimleri ile ilgili olduğunu göstermektedir (Bloom, 1964, S.72-110).
Yukarıda bir kısmı verilen araştırma sonuçları insan yaşamında 0-18 yaş arasında özellikle de okulöncesi ve ilköğretim döneminde bireyin içinde yaşadığı çevrenin ve bu çevrede kazandığı yaşantıların, kısacası aldığı eğitimin onun sonraki yaşamını biçimlendirme de can alıcı bir öneme sahip olduğunu göstermektedir.
Konunun önemini gören dünya ulusları, yarım yüzyıldan beri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesiyle, “ Eğitim Hakkının Herkes için Geçerli” olduğunu kabul etmişlerdir. 0-18 yaş döneminin önemini benimsemiş olan Birleşmiş Milletler, Ayrıca 20 Kasım 1989 tarihinde yürürlüğe koyduğu “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 1.maddesinde; “Bu sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre erken yaşta reşit olmak durumu hariç, onsekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır “ biçiminde ifadelendirerek 0-18 yaş arasını çocuk olarak kabul etmiştir. Bu sözleşmeyi imzalamış olan Türkiye de yaşa bağlı olan çocuk tanımını yasal olarak onaylamıştır.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 24.maddesinin 1.bendinde “Taraf devletler, her çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat seviyesine hakkı olduğunu kabul ederler” ; 2.bendinde “Çocuğun gelişmesi için gerekli hayat şartlarının sağlanması sorumluluğu sahip oldukları imkânlar ve mali güçler çerçevesinde öncelikle çocuğun ana-babasına veya çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere düşer.” 3.bendinde ise ; Taraf devletler, ulusal durumlarına göre ve olanakları ölçüsünde ana babaya ve çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere çocuğun bu hakkının uygulanmasında yardımcı olmak amacıyla gerekli önlemleri alır ve gereksinim olduğu takdirde özellikle beslenme, giyim ve barınma konularında maddi yardım ve destek programları uygularlar “
Bu durumda, 18 yaşına kadar herkesi çocuk olarak tanımlayan sözleşme, çocuğun bakım, gelişim ve eğitiminden öncelikle çocuğun ana baba ve yasal vasilerini sorumlu tutmakla beraber, çocuğun söz konusu haklarının korunması ve sağlanması konusunda nihai sorumluluğu devlete vermiştir. Ancak, Dünya üzerindeki ülkelerin pek çoğu gerek Eğitim Hakkının Herkes için geçerli” olduğuna ilişkin eğitim hizmetlerini yaygınlaştırma çabalarına, gerekse Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin esaslarını uygulama girişimlerine rağmen ; “Herkes için Eğitim Dünya Beyannamesi’ne göre (1990) ;
• 100 milyonu aşkın
çocuk İlköğretimden yoksundur. Bunların 60 milyonu ise kız çocuktur.
• Gerek sanayileşmiş gerekse gelişmekte olan bütün
ülkelerde 900 milyonu aşkın yetişkin okuma-yazma bilmemektedir. Bunların 2/3’
ü kadındır.
• 100 milyondan fazla çocuk ve çok sayıda yetişkin
temel eğitim programlarını ya tatamlayamamakta ; ya da temel bilgi ve beceriden
yoksun olarak mezun olmaktadır.
• Dünyadaki yetişkin nüfusun 1/3 ‘ünden fazlası
yaşam standartlarını yükseltebilecek, toplumsal ve kültürel gelişime ayak uydurabilecek
yazılı bilgi, beceri ve teknolojiye ulaşma imkânlarından
yoksundur.
Bu arada dünya uluslarının pek çoğu artan borç
yükü, ekonomik durgunluk ve ekonomik küçülme tehlikesi, hızlı nüfus artışı,
ulusların kendi içinde ve uluslar arasındaki ekonomik eşitsizliklerin artması,
savaşlar, sivil çekişmeler, önlenebilir, çocuk ölümleri ve çevresel bozulmanın
yaygınlaşması ile karşı karşıyadır.
Söz konusu sorunlar, bir yandan temel öğrenme ihtiyaçlarının karşılanmasını güçleştirirken, diğer taraftan da geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde nüfusun önemli bir bölümünün temel eğitimden yoksun olması toplumların bu sorunlarla güçlü ve bilinçli bir biçimde mücadele etmesini önlemektedir. Ayrıca, 1980’ler de gelişmiş ülkelerin eğitime yaptıkları harcamalardaki kısıntılar da eğitimin niteliğinin düşmesine yol açmıştır (UNICEF, 1990)
Dünya Bankası’nın hazırladığı “Dünya Kalkınma Raporu 1999-2000’de de Türkiye, milli gelir içinde dünyada eğitime en az kamu harcamasını yapan ülkeler arasında yer almaktadır. Bu durum ise, eğitim niteliğinin artırılmasını büyük ölçüde engellemektedir.
Eğitim sisteminin nitelikli işgücü yetiştirmedeki yetersizliği ve eğitimli insana dayalı iş sahalarının sınırlılığı, insanların eğitime olan güvenlerini sarsmaktadır. DİE verilerine göre eğitimli insanlar arasındaki işsizlik oranı eğitimsizlere göre daha yüksektir.Bu durumda , gelir düzeyi düşük aileler için çocuklarının okumuş işsiz olmaktansa, vasıfsız işçi olarak bir an önce Ekmek parası kazanmaları daha önemli hale gelmektedir. VIII. Yıllık Kalkınma Planı-Çocuk Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2001).
Bu durumda, insan
yaşamında çok önemli bir yere sahip olan 0-18 yaş dönemindeki ülkemiz çocuklarının
bedensel-ruhsal, sosyal yönden sağlıklı ve başarılı birer yetişkin olabilmeleri
için aileler ve devlet ne gibi önlemler almakta ; sorumluluklarını ne derecede
yerine getirmektedirler. Aşağıda Türkiye’de çağ nüfusu çocuklarının eğitime
iş gücüne katılımları ve eğitim sorunları irdelenmiştir.
Türkiye’de Çocuk Nüfusunun Eğitime ve İşgücüne Katılımı ve Sorunlar
Türkiye’de çocuk nüfusunun eğitime ve işgücüne katılımlarını inceleyebilmek için öncelikle, “ülkemizde çocuk kime denmektedir ?” bu kavramın açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.Medeni yasaya göre “18 yaşını doldurmakla reşit olunur.” O halde medeni yasa 18 yaşından küçükleri çocuk olarak kabul etmektedir. Ayrıca, Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi kabul eden Türkiye‘de reşit olma yaşı 18 olduğuna göre bu sözleşmeyle de 18 yaşına kadar her insan çocuk olarak kabul edilmiştir.
Ayrıca, Anayasanın
50.maddesinde “Kimse yaşına, cinsiyetine ve gücüne uygun olmayan işlerde çalıştırılamaz.
Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları
bakımından özel olarak korunurlar “ biçiminde ifade edilerek çocukları çalışma
yaşamında koruyucak önlemlerin alınmasına işaret etmektedir.
Türkiye’de İş Yasasının 67.maddesinde de çalışma
yaşının 15 olarak saptandığı görülmektedir. 15 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaları
yasaktır. Ancak, yine aynı yasada “ çocukların sağlık ve gelişmelerine okul
veya mesleki eğitim ve mesleğe yönelten programlarına devamlarına, yahut öğrenimden
yararlanma kabiliyetlerine zarar vermeyecek nitelikteki hafif işlerde 13 yaşını
doldurmuş çocukların çalıştırılmaları mümkündür” denmektedir. Bu son ibareyle
yasa koyucu her ne kadar çocuğu korumaya dönük bir takım ilkeler benimsemişse
de çalışma yaşını 13’e kadar düşürerek; çocukların yeterli eğitimi almaksızın
işgücü olarak kullanımını meşrulaştırmıştır. Böylece çocuğun gelişim ve eğitimindeki
aile ve devletin yükümlülüğünü azaltıp henüz gelişmekte olan çocuğun kendisine
ağır bir sorumluluuk yüklenmiştir. Ayrıca, iş yasasına tabi olmayan işlerde
Umumi Hıfzıssıhha Yasası çalışma yaşını 12 olarak belirlemiştir. Bu durumda
ülkemizde çocukların çalışma yaşı 12’ye kadar düşürülmüştür.
Yukarıda
kısaca verilen yasalarda ve kabul edilen Çocuk Haklarına Dair Sözleşmede Türkiye’de
insanların 18 yaşına kadar çocuk kabul edildikleri, ancak çalışma yaşının bazı
durumlarda 12’ye kadar düşürüldüğü görülmektedir. Ülkemizde yasalarca çocukları
korumaya dönük bir takım koşullar belirlense de çocukların çalışma yaşının 12’ye
kadar düşürülmesi, onların ucuz işgücü olarak kullanılmasının kapıların açılmasına
neden olmuştur. Zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılması çocukların henüz gelişimlerini
tamamlamadan ve yeterli eğitimi almadan erken olarak işgücüne katılmalarının
önlenmesi açısından önemli bir gelişmedir.
Ancak, 18.08.1997 tarih ve 4306 sayılı yasa ile
1997-1998 öğretim yılından itibaren İlköğretimin, 8 yıllık kesintisiz zorunlu
eğitime dönüştürlmesine rağmen ilköğretimde okullaşma oranının henüz % 100’e
çıkarılmadığı ve sağ nüfusunun bir kısmının okul dışında kaldığı görülmektedir.
DİE’nin 1997- 1998 verilerine göre oluşturalan Tablo 1 incelendiğinde 1996-1997
öğretim yılında İlkokul düzeyinde okullaşma oranı %90.74 ; ortaokullarda % 64.47
; lise ve dengi okullarda ise ; % 50.89’dur. Söz konusu düzeylerdeki kızların
okullaşma oranlarına bakıldığında erkeklerden daha düşük olduğu görülmektedir.
1997-1998 öğretim yılında 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitime geçilmesiyle 7-14
yaş grubunda okullaşma oranının % 82.2l, ortaöğretimde (lise ve dengi) ise,
% 50.03 olduğu görülmektedir (DİE, 1997-1998, S.87). Bu durumda yasalarda 18
yaşına kadar çocuk kabul edilen bireylerin özellikle 15-18 yaş grubunda, sadece
% 50’si eğitimden yararlanmakta %50 ‘si okul dışında kalmaktadır. Hatta okul
dışında kalan ve yasal olmaması nedeniyle resmi istatistiklere girmeyen zorunlu
eğitim çağındaki pekçok çocuk enformel sektörde çalışmaktadır. Baştaymaz tarafından
yapılan (1990) bir araştırmada da çalışma yaşına girmemiş, hatta zorunlu eğitimlerini
tamamlamamış bir çok çocuğun enformal sektörün yasal ve yasadışı faaliyetlerinde
yer aldığı; bu çocukların ucuz emek potansiyeli yanında henüz fiil ehliyetlerinin
bulunmaması, kaçma-saklanma gibi fiziksel ve kolay kandırılma gibi psikolojik
özellikleri nedeniyle yasadışı faaliyetlere kolayca itildiği gözlenmiştir. Bu
durum, çocukların temel ve mesleki eğitimlerini tamımlayarak iş gücüne katılmaları
için devletin, işçi- işveren sendikalarının ve Sivil Toplum Örgütlerinin çocuklarımızın
dolayısıyla da ülkemizin geleceği bakımından ivedelikle önlem alması gerektiğinin
bir göstergesidir.
Yukarıdaki veriler, çocukların yeterli mesleki eğitim hatta hiç mesleki eğitim almadan, daha da kötüsü temel eğitimlerini tamamlamadan çalışmaya zorlandıklarını göstermektedir. Yeterli temel ve mesleki eğitimi almaksızın çalışmak durumunda kalmaları da çocukların hertürlü haktan yoksun ve her türlü istismara açık bir biçimde istihdam edilmelerine neden olmaktadır.
Tablo 1
İlkokul, Ortaokul, Lise ve Dengi Okullarda Okullaşma Oranları (%)
Okul Düzeyleri / Yıllar |
|
1996-1997 |
1997-1998 |
|
Kadın |
88.25 |
|
İlkokul |
Erkek |
93.13 |
|
|
Toplam |
90.74 |
|
|
Kadın |
53.93 |
|
Ortaokul |
Erkek |
74.03 |
|
|
Toplam |
64.47 |
|
|
Kadın |
|
76.67 |
İlköğretim |
Erkek |
|
87.38 |
|
Toplam |
|
82.21 |
|
Kadın |
42.21 |
42.79 |
Lise ve Dengi |
Erkek |
59.02 |
56.87 |
(Ortaöğretim) |
Toplam |
50.89 |
50.03 |
T.C. Başbakanlık Devlet
İstatistik Enstitüsü, Milli Eğitim İstatistikleri ; Örgün Eğitim 1997-1998,
s.87.
18.08.1997 tarih ve 4306 sayılı yasa ile 1997-1998 öğretim yılından itibaren 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitime geçmiştir.
Çocuk işçiliği sadece Türkiye’de ya da gelişmekte olan ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerde de kısacası tüm dünyada önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Birçok ülkede yapılan araştırma sonuçları ; dünyada yaşları 5 ila 14 arasında değişen 250 milyon çalışan çocuk olduğunu göstermektedir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak değişmekle birlikte dünyadaki her beş ila üç çocuktan birisinin ekonomik olarak faal olduğu gözlenmekte; çalışan çocukların büyük çoğunluğu ise, gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır ( ILO, 1997, s.6).
Ülkemizde Kent ve Kırdaki 12 ila 19 yaş arasındaki çocuklardan istihdam edilenlerin oranları Tablo 2 ' de verilmiştir.
Tablo 2
DÖNEM VE 12-19 YAŞ GRUPLARINA GÖRE TÜRKİYE’DE
TOPLAM, KENT VE KIRDA İSTİHDAM EDİLENLER
Dönem |
Türkiye’de Toplam İstihdam Edilenler |
% |
12-14 yaş |
% |
15-19 YAŞ |
% |
Toplam |
T. 20.019.000 |
100.0 |
872.000 |
4.4 |
2.693.000 |
13.04 |
1991 Nisan |
K. 6.294.000 |
31.4 |
360.000 |
1.8 |
1.148.000 |
5.7 |
|
E. 13.725.000 |
68.6 |
512.000 |
2.6 |
1.546.000 |
7.7 |
|
T. 20.396.000 |
100.0 |
681.000 |
3.3 |
2.603.000 |
12.8 |
1994 Ekim |
K. 5.551.000 |
28.8 |
262.000 |
1.2 |
1.021.000 |
5.0 |
|
E. 14.515.000 |
71.2 |
419.000 |
2.1 |
1.582.000 |
7.8 |
|
T. 20.815.000 |
100 |
489.000 |
2 |
2.238.000 |
11 |
1997 Ekim |
K. 5.450.000 |
26 |
192.000 |
4 |
782.000 |
14 |
|
E. 15.364.000 |
74 |
296.000 |
2 |
1.455.000 |
9.5 |
KENT |
T. 7.921.000 |
100.0 |
182.000 |
2.3 |
845.000 |
10.7 |
1991 Nisan |
K. 1.258.000 |
84.1 |
30.000 |
0.4 |
193.000 |
2.4 |
|
E. 6.662.000 |
15.9 |
152.000 |
1.9 |
651.000 |
8.2 |
|
T. 9.080.000 |
100.0 |
158.000 |
1.7 |
900.000 |
9.9 |
1994 Ekim |
K. 1.542.000 |
17.0 |
34.000 |
0.4 |
203.000 |
2.2 |
|
E. 7.639.000 |
83.0 |
124.000 |
1.4 |
698.000 |
7.7 |
|
T. 9.949.000 |
100 |
141.000 |
1 |
935.000 |
9.4 |
1997 Ekim |
K. 1.739.000 |
17 |
44.000 |
3 |
234..000 |
13 |
|
E. 8.210.000 |
83 |
97.000 |
1 |
7001.000 |
8,5 |
KIR |
T.12.099.000 |
100.0 |
690.000 |
5.7 |
1.649.000 |
15.3 |
1991 Nisan |
K. 5.036.000 |
42.0 |
330.000 |
2.7 |
954.000 |
7.9 |
|
E. 7.063.000 |
68.0 |
359.000 |
3.0 |
894.000 |
7.4 |
|
T.11.315.000 |
100.0 |
523.000 |
4.6 |
1.703.000 |
15.1 |
1994 Ekim |
K. 4.339.000 |
38.0 |
229.000 |
2.0 |
0.19.000 |
7.2 |
|
E. 6.977.000 |
62.0 |
295.000 |
2.6 |
864.000 |
7.8 |
|
T.10.865.000 |
100 |
347.000 |
3 |
1.303.000 |
12 |
1997 Ekim |
K. 3.711.000 |
34 |
148.000 |
4 |
548.000 |
15 |
|
E. 7.154.000 |
66 |
199.000 |
3 |
755.000 |
11 |
Tablo
2 incelendiğinde, 1991 Nisan’ına göre, henüz çocuk olan 12-14 yaş grubunda istihdam
edilenlerin Türkiye’de toplam istihdam edilen nüfusun %4.4’ünü oluşturduğu görülmektedir.
Bu durum, Türkiye’de istihdam edilen her 100 kişiden yaklaşık beşinin 12-14
yaş grubundaki çocuklar olduğunu göstermektedir. Bu oran 1994 Ekiminde % 3.3’e
1997’de ise %2.3’e düşmüştür. Bu çağ çocuklarının çalışmasının giderek önlenmesi
bakımından bu düşüş önemlidir. Ancak, kız çocuklarda bu oranın hala %’4 ler
civarında olması kız çocuk eğitimine önem verilmemesinin bir sonucu olarak görülebilir.
Kentte 12-14 yaş grubunda istihdam edilenlerin kentte toplam istihdama oranı
1991 Nisanına göre % 2.3 ; 1994 Ekim’ine göre ise % 1.7’ye 1997 ekiminde % 1
‘e düştüğü gözlenmektedir. Kırda aynı dönemler için sırayla % 5.7’ ye; % 4.6’ya
ve % 3 ‘ e düşmektedir. Bu durumda yıllar itibarıyla, çocuk çalıştırma oranlarının
düştüğü gözlenmektedir. Bu durum, hiç olmazsa kentte 12-14 yaş grubu istihdamının
düşük gibi görünmesi Bakımından sevindirici olmakla birlikte, 12-14 yaş grubunun
çoğunlukla yasal olmayan bir biçimde çalıştırılması nedeniyle resmi istitastiklerde
yer almalarının bir sonucu da olabilir. Kırda ise tarım sektörürünün ağırlık
kazanmasıyla 12-14 yaş grubu işgücünden özellikle de kızların içgücünden yararlanmada
bir artışın olduğu gözlenmektedir. Ayrıca 12-14 yaş grubunda okullaşma oranının
% 64 kızlarda %54 olduğu düşünüldüğünde, gerçekte 12-14 yaş grubunda çalışanların
oranının yukarıda verilen istatistiklerden daha yüksek olması beklenmektedir.
15-19 yaş grubunda ise
istihdam edilenlerin Türkiye’deki toplam istihdam edilenlere oranına bakıldığında
1991 Nisan’ına göre %13,4 , 1994 Ekim’ine göre, %12.8 1997 Ekimde ise % 11 olduğu
gözlenmektedir.
15-17 yaş çağ nüfusunun
sadece %50 lik bir bölümünün eğitimden yararlandığı, bu grubun da sadece % 43’ünün
mesleki ve teknik liselere gittiği düşünülecek olursa, 15-19 yaş grubunda çalışanların
büyük çoğunluğunun temel ve mesleki eğitmden yoksun çocuk ve gençler olduğunu
söylemek mümkündür.
Ayrıca, 15-19 yaş grubunda
kentte istihdam edilen kız çocuk sayısı, 1991 ve 1994’te erkeklere göre daha
az iken, kırda ise 1991 Nisan’da erkeklerden daha çok, 1994 Ekim’de erkeklere
yakın bir sayıdadır. Bu durum, yukarıda da belirtildiği gibi kentte erkeklerin
daha çok sanayide, kırda ise kızların daha çok tarımda istihdam edilmelerinden
kaynaklanabilir. Ancak 1997’de ise 15-19 yaş arası kız çocukların istihdam oranları
gerek kent gerekse kırda erkeklerden daha yüksektir. Hatta istihdam içindeki
oranlarına bakıldığında 15-19 yaş kız çocukların istihdamının erkeklerden yaklaşık
1/3 civarında daha yüksek olduğu gözlenmektedir. Bu durum kız çocukların gerek
kent, gerek kırda çalışma yaşamına daha erken atılmaya başladıklarının bir göstergesi
olabileceği gibi, kız çocukların eğitimlerine devam edememelerinin bir sonucu
da olabilir. Bu çağdaki kız ve erkelerin okullaşma oranlarına bakıldığında bulgular
arasında bir tutarlılık görülmektedir. Sonuç olarak 1991 Nisan’a göre 12-19
yaş grubundaki istihdamın Türkiye’de ki toplam istihdamın % 17.9’unu ; 1994
Ekim’e göre % 16.1’ini, 1997 Ekim verilerine göre de % 13’ ünü kapsadığı görülmektedir.
Yıllar itibarıyla çocuk denecek yaştaki bireylerin istihdamlarında düşme gözlenmesi
sevindiricidir. Ancak bu düşüşün nedeni, bireylerin yaşam kalitesinin yükselmesini
sağlayacak bir eğitim kurumuna devam edildiği takdir de çalışan çocuk sayısındaki
düşüş anlamlıdır. Herşeye rağmen yine de ülkemizde istihdam edilen her 100 kişiden
yaklaşık 13’ü 12-19 yaş grubunda olan henüz eğitimini tamamlamamış, kişilik
gelişimi bakımından kimlik kazanma döneminde olduklarından çevresindeki her
türlü davranış modelini kolaylıkla benimsemeye, istismara, sömürüye açık ve
korumasız olarak çalıştırılan çocuklardır.
Yapılan bir çok araştırmada
da özellikle organize olmamış sektörlerde ve enformel sektörde çocuk işçi çalıştırılarak
emek girdisinin ucuza mal edildiği ve üretim maliyetinin dolayısıyla da ürün
fiyatlarının düşürüldüğü gözlenmiştir. Bu durum, küçük ve orta ölçekli işletmelerde
(KOBİ) enformel olarak çocuk işçi çalıştırmayı teşvik ettiği gibi, organize
olmuş, yasal işlemleri yerine getiren işletmeler açısından da haksız rekabete
yol açmaktadır (TİSK, 1994). Kısaca, çocukların emek girdisi olarak kullanılmaları,
eğitimlerini engelleyerek çocuğun ve ülkenin geleceğini ipotek altına aldığı
gibi, ülkedeki iş ahlakının bozulmasına, kayıt dışı çalışan işletmelerin haksız
olarak ödüllenmelerine de neden olmaktadır.
Ülkemizde istihdam edilen çocukların % 93.2’sinin 1 ilâ 24 kişi çalıştıran küçük ve orta ölçekli işletmelerde bulunduğu gözlenmektedir (TİSK, 1994 s.14). KOBİ’lerde istihdam edilen çocukların cinsiyet ve yaşlarına göre dağılımları Tablo 3’te verilmiştir.
Tablo 3’te de görüldüğü gibi istihdam edilen 12-14 yaş grubunun tamamına yakını ; 15-19 yaş grubunun da 9/10’u, 1 ilâ 24 kişi çalıştıran küçük ve orta ölçekli işletmelerde çalışmaktadır.
Enformel olarak çocuk çalıştırma eğilimi olan işletmelerin başında ise KOBİ’ler gelmektedir. Yapılan bir çok araştırmada KOBİ’lerde çocukların, uzun çalışma süreleriyle ayakta çalıştırıldıkları ; ısı, ışık, havalandırma, iş güvenliği vb. fiziksel koşullar bakımından elverişsiz iş ortamında bulundukları sigortasız ve düşük ücretle çalıştırıldıkları gözlenmektedir (Türk-İş, ILO,......, s.34; Göçer,1996,s.47 ; Paya, 1996, s.91-96; ILO ve MEB. ,1996., s.20-51 ; Akhun ve diğerleri, 1996). Ayrıca psiko-sosyal gelişimleri bakımından, çevrelerinde kendilerine model alabilecekleri nitelikle kişilik özelliklerine sahip yetişkinlerle etkileşimde bulunmamaları, kimlik kazanma bakımından kritik bir dönemde olan bu çocukların işyerinde ve evde karşılaştıkları kendilerince geçerli gördükleri bazı olumsuz kişilik özelliklerini benimsemelerine yol açmaktadır. Böylece gerek formal gerekse informal eğitimden uzaklaşan bu çocuk ve gençlerimiz, aile ve içinde bulundukları iş çevresindeki alt kültürün bazı olumsuz değerlerini sürdürmeye aday bireyler olarak kendilerinin ve toplumun geleceğini tehdit etmektedirler.
Tablo 3
Yaş Grubu |
Toplam istihdam Edilenler |
KOBİ’lerde İstihdam Edilenler |
% |
Kız |
Erkek |
12-14 |
666,209 |
642,897 |
96.5 |
307,255 |
335,642 |
15-19 |
2,354,424 |
2,171,520 |
92.2 |
877,451 |
1,209,069 |
12-19 |
3,020,633 |
2,814,417 |
93.2 |
1,184,706 |
1,629,711 |
Kaynak : DİE, Bulunduğu Kaynak : TİSK, 1994, s.14.
Gelişmiş toplumlar çocuk emeğini kullanmanın gerek çocukların çalıştırıldıkları sektörlere, gerekse çocuğa ve dolayısıyla toplumun gelişimine zararlarını gördükleri için bundan vazgeçme ya da kısıtlama eğilimindedirler. Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde ise çocuk emeğinin ekonominin hemen hemen her alanında kullanıldığı görülmektedir. Gelişmekte olan ülkemizde de çocuk emeğinin yoğun olarak kullanılabilmesinin temel nedenleri zorunlu eğitimin henüz çok yeni olarak sekiz yıla çıkarılması, meslek standartlarının tam olarak belirlenmemesi ve mesleki ve teknik eğitimin çağın koşullarına ve piyasanın taleplerine ayak uyduramamasıdır.
Hızlı nüfus artışı, köyden kente yoğun göç, ekonomik yetersizlik gibi nedenler de önceki yıllardaki zorunlu eğitimin çok kısa olmasının olumsuz sonuçlarını arttırmaktadır. Aile kentte barınabilmek için zorunlu eğitimini tamamlayan her çocuğu para kazanmaya zorlamıştır. Hatta aile çocuğu gelir getirme aracı olarak gördüğünden daha çok çocuk sahibi olarak nüfus planlamasına da olumsuz etkide bulunmuştur. Baştaymaz tarafından yapılan bir çalışmada kentlerde çok çocuklu aile reislerinin çalışma eğilimlerinin düştüğü tespit edilmiştir. Aile reisi, çalışan çocukların gelirlerini toplayan ve bunlarla ailenin geçimini sağlayan bir organizatör durumuna gelmektedir. (Baştaymaz, 1994, s.88).
Böyle bir aile ortamında yetişen çocuk da büyük bir olasılıkla babayı model alacağından gelecekte kuracağı ailede aynı tür davranışları sürdürecek ve birçok bireysel ve toplumsal sorunun oluşumuna neden olacaktır. Çocuğun gelecekte daha iyi yaşam biçimine kavuşması, kalifiye olması ile mümkündür. Kalifeyelik özelliği kazanma ise eğitimden özellikle de mesleki eğitimden geçmektedir. Bu durumda, çocuğun her türlü haktan yoksun bir biçimde işçi olarak kullanımını ve istismarını önlemenin ve böylece geleceğin bedensel, sosyal yönden sağlıklı bireylerini yetiştirmenin,iş dünyasının ve toplumun geleceğini güvence altına almanın temel koşulu ; zorunlu olan temel eğitim süresini 11 yıla uzatmakla birlikte, meslek standartlarını belirlemek ve mesleki eğitimi nitelikli hale getirmektedir.
Çalışan Çocukların Genel Eğitim Sorunları ve Çözüm Önerisi
KOBİ’lerde ve enformel sektörde çocuk istihdamının kesinlikle önlenmesi ülkemiz açısından ivedilikle gerçekleştirilmesi gereken temel hedef olmalıdır. Bu hedefe ulaşmanın öncelikli koşulu ise zorunlu temel eğitim süresinin 11 yıla uzatılmasıdır.
Önceki yıllarda temel eğitim süresinin kısa olması ; henüz 12 yaşında ya da daha küçük çocukların KOBİ’lerde ve enformel sektörde çalışmaya başlamasına neden olmuş ve çocukların gerek informal gerekse formal eğitimleri şu bakımlardan olumsuz etkilenmiştir.
1. Çocuğun uzun süreli ve ayakta, soğukta, havasız ortamda, tehlikeli makinalarla korumasız olarak çalışması beden sağlığını olumsuz olarak etkilediği gibi sosyal ve ruh sağlığının da bozulmasına neden olmuştur. Ayrıca “ sağlam kafa sağlam vücutta bulunur ” özdeyişi çocuğun zihinsel etkinliklerinin sağlıklı olmasının da büyük ölçüde beden sağlığına bağlı olduğunu göstermektedir. Öğrenmeyle ilgili yapılan araştırmalar, beynin seçkisiz bir biçimde birbiriyle ilişkilenmiş bir sinir ağıyla doğduğunu; bu sinirsel ağın çocuk döneminde biçimlendiğini ; yetişkinlikte ise, daha çok çocuklukta biçimlenen bu hücre kümelerinin kullanıldığını göstermekedir. Bu durumda çocukluktaki öğrenmeler, gelecekteki öğrenmelerin çerçevesini çizmekte, onları zenginleştirmekte ya da sınırlandırmaktadır. Diğer bir deyişle, yetişkin öğrenmesi yeni hücre birleşimleri geliştirmekten çok, çocuklukta geliştirilenlerin yeniden düzenlenmesi, organize edilmesini kapsar (Hergenhahn, 1988).
Bu durumda, KOBİ’lerde ve diğer enformel sektörde, uyarıcı bakımından sınırlı ve sağlıksız bir çevrede çalışan çocuk, tekdüze, rutin işleri uzun saatler boyunca yapmak durumunda kaldığından kazanacağı yaşantılar da sınırlı kalmaktadır. Sonuçta tüm öğrenmelerin temelini teşkil eden anadilini etkili olarak kullanma, okuduğunu anlama, sayısal işlemlerde yeterlik uzamsal yetenek (mekanda-konum) vb. yeterlikler bakımından sınırlı kalan çocuğun gelecekteki öğrenmelerinde başarız olma olasılığı yüksek olmaktadır.
Oysa zorunlu eğitim çağının uzamasıyla, ailede öğrenmeyi etkileyen sosyo kültürel koşullar bakımından dezavantajlı durumda olan bu çocukların, çevre ve yaşantı sınırlılıkları okulda giderilerek eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması mümkün olabilir. Böylece çocukların gelecekte daha iyi koşullar altında istihdam edilmeleri ; sanayi ve diğer sektörlerin de daha nitelikli insangücü istihdam etmesiyle nitelikli üretim yapmaları, sonuçta ülkenin gelişmesi sağlanabilir.
2. KOBİ’lerde çalışan çocukların büyük çoğunluğu 12-19 yaş grubundadır. Bu yaşlar, genellikle ergenlik dönemine karşılık gelmektedir. Ergenlik döneminde kişilik gelişimi bakımından çözümlenmesi gereken en önemli sorun ise KİMLİK KAZANMADIR (Eggen ve Kauchak, 1992). Ergenin sağlıklı bir biçimde kimliğini kazanmasında çevresinde uygun öözdeşimler kurabileceği yetişkinlerin bulunması önem taşımaktadır. Oysa KOBİ’lerde ve enformel sektörde çocuğun uygun özdeşimler kurulabileceği , model alabileceği nitelikli yetişkinlerle etkileşimde şansı çok az görünmektedir. Çocuğun çevresinde sıkça etkileşimde bulunduğu bireylerin toplum değerlerine ve iş ahlakına uygun olmayan davranışlar sergileyen kısaca olumsuz kişilik özelliklerine sahip olmaları ve çocuğun bunları model olma olasılığı çok yüksektir. Nitekim, Baştaymaz’a göre “ bir sonraki dönemde bu çırakları kendi işlerinde çalışan enformel sektör müteşebbisleri olarak görmek mümkündür “ (1994, s.90).
KOBİ’lerde,
çocuğun kimlik kazanması bakımından uygun özdeşimler kurabileceği modellerle
karşılaşma şansı az olmakla birlikte, çocuk ve ergenlerde öğrenme daha çok model
alma yoluyla gerçekleşmektedir. Çocuklar birçok bilgi, beceri, tutum ve tavırları
çevrelerindeki yetişkinleri ve akranlarını gözleyerek, onları model alarak öğrenirler.
Başarıya ilişkin performans standartlarını geliştirmede, ahlak değerlerini oluşturmada
kendi davranışlarını kontrol etmede, kendilerini ödüllendirme ve cezalandırmada
çevrelerinde gözledikleri yetişkinleri, lider olan akarnlarının davranışlarını
model alırlar.
KOBİ’lerde ve enformel
sektörde çalışan çocuklar, kendileri gibi, bilişsel gelişim bakımından sınırlı
bir çevrede yetişmiş kişilerin öğrenme ve problem çözme yollarını, başarı standartlarını
ve sınırlı ahlak değerlerini gözleyerek öğrenecek ve bu özellikleri kendisi
de içselleştirecektir. Sonuç olarak,bazı istendik öğrenmelerin yanısıra büyük
ölçüde bu sektörün istenmedik olumsuz özelliklerini öğrenecek ve kişiliğinin
bir parçası haline getirecektir.
Oysa, zorunlu eğitim
çağının uzaltılmasıyla, çocuğun aile çevresinde olmasa bile, okulda uygun özdeşimler
kurabileceği, yaratıcılığı, etkili problem çözme ve çalışma yollarını öğrenebileceği,
performans standartlarını, ahlak değerlerini ve içsel denetimini geliştirmesini
sağlacayacak modellerle ve öğretme-öğrenme durumlarıyla etkileşimde bulunması
mümkün olacaktır. Böylece 21. yüzyıl iş dünyasının gereksindiği konuşma ve yazı
dilini etkili olarak kullanabilen, duruma uygun çözümler üretebilen, bilgiye
ulaşma yollarını etkili olarak kullanabilen, işinin gerektirdiği aritmetik becerilerine
sahip, yaratıcı problem çözebilen, vatandaşlık hak ve sorumluluklarının bilincinde,
sömürüye ve istismara açık olmayan nitelikli bireylerin yetiştirilmeleri sağlanabilir.
KOBİ’lerde Çalışan Çocukların Mesleki Eğitim Sorunları ve Çözüm Önerileri
Hiçbir mesleki bilgi ve beceri kazanmadan çalışma yaşamına girmek zorunda kalmış çocuk ve gençlerin korunma ve mesleki eğitimlerini gerçekleştirme de 3308 sayılı Çıraklık ve
Mesleki
Eğitimi Yasası bir ölçüde yardımcı olmuştur. Bu yasa ile mesleki eğitim ;
1. Örgün mesleki eğitim,
2. Çıraklık eğitimi
ve
3. Meslek kursları olmak
üzere üç tür modelle yapılmaktadır.
Çıraklık ve Mesleki Eğitim Yasası’nın temel amaçlarından biri zorunlu eğitimden sonra gerçek iş ortamında meslek öğrenmek isteyen çocuk ve gençlere okul ve işyerleri, işbirliği ile meslek kazandırmaktadır. Çıraklık eğitimi adı verilen bu eğitim, mesleklerin özelliklerine göre 3-4 yıl süreli olup, eğitmini tamamlayanlar kalfalık sınavına girerek kalfalık belgesi almaktadırlar. Kalfalık belgesi alanlar 3 yıl daha eğitimlerine devam ederek ustalık sınavına girebilirler ya da eğitime devam etmeden beş yıl süreli iş deneyiminden sonra ustalık sınavına girmeye hak kazanmaktadırlar. Yasa, mesleki eğitimde yatay ve dikey geçişlere olanak vermektedir. Bu hüküm gereğince aday, çırak, kalfa ve ustaların eğitimleri sırasında bilgi ve beceriler meslek liselerine geçişte ; çıraklık eğitimi dışında kazandıkları bilgi ve becerileri de kalfalık ve ustalığa geçişte kullanılabilmektedir.
İlkokulu bitirmiş olup, çırak olma yaşına gelmemiş 12-13 yaşlarındaki çocuk “aday çırak “ olarak 14-18 yaşlarındaki ise “çırak” olarak eğitime alınıp kalifiye eleman olarak yetiştirilmeye çalışılmıştır. Aday çırak ve çırak öğrenciler, iş saatleri içinde mesleğin özelliklerine göre haftada 8 saatten az olmamak üzere 10 saate kadar teorik genel ve mesleki eğitim görmektedirler.
Aday çırak ve çırak öğrenciler teorik eğtimlerini çıraklık eğitim merkezlerinde (ÇEM) ya da işletmelerce temin edilen eğitim yerlerinde görmekte ; pratik eğitimlerini ise işyerlerinde yapmaktadırlar. Çıraklık dönemini teorik eğitim programlarının yaklaşık % 30 “u genel bilgi dersleri % 70 ‘i ise meslek bilgisi derslerinden oluşmaktadır.
Çıraklık eğitiminin hedef kitlesini öncelikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde çalışan çocuklar oluşturmaktadır. Ancak KOBİ’lerde istihdam edilen 12-19 yaş grubundaki çocuk ve genç sayısı 2,814,471 olmasına ve yasa kapsamına alınması gereken çocuk sayısı, 2,000,000 olarak açıklanmasına rağmen (Türk-İş...s.33), yasanın kabulünden 1996’ya kadar bu kapsamda çalışan çırak sayısı sadece 232,000’dir (Sağcan, 1996 s.ii). Ayrıca İ.İ.B.K. tarafından 2,070 meslek belirlenmesine (Türk-İş..s.50) karşın, çıraklık eğitiminin yaklaşık 86 meslek dalında ve 300’ü aşkın çırklık eğitim merkezinde yapıldığı (Öztürk, 1996, s.66) ifade edilmektedir.
Bu durumda, halihazırda çalışmakta olan çocuk ve gençlerin Yasa’nın verdiği hak ve olanaklardan yararlanarak eğitim yoksunluğunu bir ölçüde giderebilmeleri için çıraklık eğitiminin gerek meslekler gerekse merkez bazında yaygınlaştırılması gerekmektedir.
Yasa kapsamında çıraklık eğitimine ilişkin yapılan bazı araştırmalarda belirlenen, bu eğitimin çalışan çocuğa ve gence sağlıdığı yararlar şunlardır :
•
Çırak tüm öğrencilik haklarından yararlanmaktadır,
• Sosyal güvenceye kavuşmaktadır,
• Genel kültür, mesleki
bilgi ve beceri kazanmaktadır,
• Çocuk ya da genç işyeri
dışında, okulda farklı kişilerle etkileşimde bulunarak iletişim becerilerini
geliştirmektedir (ILO_MEB, 1996 ; TİSK,IPEC ; 1996).
Ancak, bu uygulama temel olarak çalışan çocuğu ve genci Yasa şemsiyesi altına alarak sömürülmesini önlerken bir taraftan çocuklara en az asgari ücretin % 30’u kadar ücret verilmesiyle ilgili maddede çocuk işgücünün istismarı anlamına gelmektedir. Ayrıca çırakların sendikalara üye olamamaları da onların korumasız kalmalarına neden olabilir. 3308 sayılı Yasa’nın yukarıda kısaca belirtilen sosyal ve ekonomik sınırlılıklarının yanında, çıraklık eğitiminin uygunlamasında bir takım sorunlar yaşanmaktadır. Genel olarak bu sorunlar şunlardır :
•
Çıraklık eğitimine kırsal kesimden gelenlerin barınma ve beslenme zorlukları,
• Çıraklık eğitimlerini
sürdürmede öğrenme güçlükleri,
• Mesleki rehberlik
hizmetlerinin yokluğu,
• Eğitim programlarındaki
yetersizlikler,
• Çıraklık eğitim merkezi
ve işletmelerdeki donanım yetersizliği ,
• Öğrentmen ve usta
öğretici nitelik ve sayılarındaki yetersizlik,
• Denetim yetersizliği
; çıraklık eğitimindeki yasal yaptırımların işlememesi,
• Aile-okul ve işyeri
işbirliğinin yeterince sağlanamaması.
Yukarıdaki sorunlar
incelendiğinde , birinci sorunun dışındaki sorunların, ülkemizdeki temel eğetim
ve mesleki-teknik eğitimdeki genel yetersizliklerden kaynaklandığını söylemek
mümkündür. Yukarıda maddeler halinde verilen sorunlar ve çözüm önerileri aşağıda
sırasıyla açıklanmıştır.
• Yapılan bazı araştırma sonuçları, küçük yaşta çalışmaya başlayan çocukların eğtimden koptukları ve başarızlık korkusuyla okula gitmek istemediklerini göstermektedir (Baştaymaz, 1990 ; TİSK,IPEC, 1996). Ayrıca çıraklık eğitimini sürdürmek için önkoşul olan bazı temel bilgi, beceri ve tutumları kazandırma bakımından , sekiz yıllık ilköğretim uygulamasından önceki yılardaki beş yıllık zorunlu ilkokul dönemi yeterli olmamıştır. Bu durumda, gerek çıraklık eğitimi öncesinde alınması gereken bilgi, beceri yoksunluğu, gerekse çocuğun bu eğitimi öncesinde başaramayacağına ilişkin akademik benliği ile ilgili olumsuz algısı, çocuğun çıraklık eğitimini sürdürmesini engellemekte ya da öğrenme güçlükleriyle karşılaşmasına neden olmaktadır.
Yukarıda belirlenen eğitim sorununun giderilmesi için, çocuk ya da gencin başarıyı tatması sağlanarak başarabileceğine inandırılması gerekmektedir. Çocuğun başarmasını sağlayabilmek için de öncelikle genel ve mesleki eğitime girişte, daha önceden öğrenilmiş olması gereken önkoşul bilgi ve beceriler kazandırılarak eğitime başlanmalıdır. Böylece önceki öğrenme eksiklerini tamamlayan çocuk, bunların üstüne yeni öğrenmeleri kolaylıkla inşa edebilecektir. Şu anda sistem içinde çalışmakta olan çırakların öğrenmeye ilişkin sorunları, temel öğrenme ilkelerinin uygulanmasıyla bir ölçüde çözümlenebilir. Ancak, temel ve köklü çözüm, zorunlu temel eğetim yıllarının uzatılmasına ek olarak, çocuğu bir mesleğin gerektirdiği bilgi, beceri ve tutumları nitelikli olarak kazanabilecek öğrenme ve gelişim düzeyine ulaşmaktır.
• Gerek çıraklık eğitimi, gerekse ülkenin mesleki ve teknik eğitim sisteminin işlevini yerine getirmesini engelleyen temel faktörlerden biri mesleki rehberlik ve danışmanlık hizmetlerinin yetersizliği ya da yok denecek kadar azlığıdır. TİSK_IPEC projesi çerçevesinde çıraklık eğitimine ilişkin yapılan bir araştırmada (1996) ; işverenler, çırakların işletmedeki eğitimini etkileyen faktörler arasında “çırağın mesleğe olan ilgisi ve yeteneği” ni birinci sırada görmüşlerdir. Bugün evrensel düzeyde bir ilke olan ; “birey ilgi ve yeteneğine uygun bir işte daha başarılı ve mutlu olmaktadır” ilkesini uygulayabilmek için gerek çıraklık eğitim merkezlerinde, gerekse tüm örgün eğitim kurumlarında nitelikli meslek reehberlik ve danışmanlık hizmetlerinin yaygınlaştırılmasına ihtiyaç vardır.
• Mesleki – teknik eğitim sisteminde, dolayısıyla da çıraklık eğitimindeki temel sorunlarından biri de eğitim programlarındaki yetersizliktir. Ülkemizde var olan mesleklerin ve bir mesleğin çeşitli düzeylerinin henüz tanımlanmamış ve standartlarının belirlenmemiş olması, eğitim programlarının konu listesinden ibaret kalmasına neden olmaktadır. İş ve meslek analizlerinin uluslararası standartlara uygun biçimde yapılması, eğitim programlarının mesleğin gerektirdiği standartları kazandıracak biçimde geliştirilmesini sağlacaktır. Ayrıca, modüller, olarak gerçekleştirilecek eğitim programları meslekler ve bir mesleğin çeşitli düzeyleri arasında yatay ve dikey geçişlere olanak vereceğinden esnek bir yapıya sahip-mesleki teknik eğitim modelini gerçekleştirilebilecektir.
İş ve mesleklerin ulusalarası düzeyde standartlarının belirlenmesi ve bu standartları karşılayabilen kişilere mesleğe ilişkin sertifika verilmesiyle hem çocukların ucuz işgücü olarak kullanılmaları önlenebilir hem de daha kalıteli mal ve hizmet üretimi sağlanarak ülkenin çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma çabalarına katkıda bulunulabilir.
Ayrıca gerek çıraklık
eğitim programlarında gerekse örgün mesleki teknik eğtim programlarında özellikle,
anadilini sözlü ve yazılı olarak etkili bir biçimde kullanma, işinde kullanabileceği
temel matematik ve fen bilimleri ilkelerini kazanma, etkili iletişim kurma,
sağlıklı insan ilişkileri kurma, yaratıcı problem çözme, bilgiye ulaşma ve etkili
öğrenme stratejilerini kullanma gibi konulara yer verilerek çağdaş sanayinin
gereksindiği kendine güvenen kalifiye eleman yetiştirilmelidir.
• Çıraklık eğitiminde
gözlenen bir başka sorun da çıraklık eğitim merkezleri ve işletmelerdeki donanım
yetersizliğidir. Bu sorun da diğer tüm sorunlar gibi ülkemizdeki tüm mesleki
ve teknik eğitimin temel bir sorunudur. Okullar ya da eğitim merkezlerinin sürekli
olarak donanımlarını degiştirerek çağdaş donanımı elde etme şansları yoktur.
Bu durumda mesleki bilginin ve temel becerilerin okulda verilerek, mesleğin
gerektirdiği ince, ayrıntılı beceri ve niteliklerin gerçek iş koşullarında-işletmelerde
kazandırılması, hem okullar açısından daha ekonomik hem de öğrenme açısından
daha etkilidir. Ancak, çıraklık eğitimi açısından sorun olabilecek işletmelerdeki
donanım eksikliğinin önüne geçmek için belli ölçütleri karşılayamayan işletmelere
çırak öğrenci yerleştirmemek gerekmektedir.
• Nitelikli öğretmen ve usta öğretici yetersizliği sadece çıraklık eğitiminin değil tüm Milli Eğitim Sisteminin bir sorunudur. Özellikle mesleki-teknik orta öğretime öğretmen yetiştiren fakülte programlarının hizmet ve sanayii ve hizmet sektöründen kopuk olarak çalışması : mesleki ve teknik eğitim öğretmenlerinin niteliklerinin düşmesine neden olmuştur.
Ayrıca, çıraklık eğitiminde görev alan işyerlerindeki ustaların çoğunluğunun eğitim düzeyi ilkokul ya da altındadır. Bu düzeyde eğitime sahip ustanın da, çırağa mesleki beceriyi etkili bir biçimde öğrenme ilkelerine uygun olarak öğreteceğini beklemek mümkün değildir.
Bu durumda nitelikli öğretmen ve usta öğretici sorununu çözümlemek için uzun vadede öğretmenlerin hizmet öncesi eğitimlerini nitelikli hale getirmek gerekmektedir. Bu amaçla, öğretmen yetiştiren fakülteler, eğitim programların mesleklerin uluslar arası standartlarına uygun işgücünü yetiştirecek öğretmenlere, gerekli nitelikleri kazandıracak biçimde geliştirmelidir. Öğretim elemanlarının da çağdaş iş dünyasının gereksindiği kalifiye elemanların öğretmenlerini yetiştirecek şekilde gelişimini sağlamaladır. Bu fakülteler, eğitim programlarını geliştirme, öğretim elemanı ve öğretmen adaylarını yetiştirmede, ürünlerini istihdam edecek Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilgili birimleriyle ve ürünlerinin ürenlerini istihdam edecek işveren ve işçi kuruluşları ile sürekli işbirliği içinde çalışmalı, bilgi ve kaynak alışverişinde bulunmalıdır.
Kısa vadede nitelikli öğretmen ve usta öğretici sorununu çözmek için ise halen uygulanmakta olduğu gibi eğitim ihtiyaçları belirlenerek hizmetiçi eğitime öncelik verilmelidir. Özellikle mesleki beceriye sahip ustaları öğreticilik konusunda yetiştirmek üzere ÇEM’lerde öğreticilik formasyonu kazandıracak seninerler düzenlenebilir. Ayrıca, sistem içindeki öğretmenlerin de meslekte meydana gelen gelişmeler konusunda bilgilenmeleri, çağdaş gelişmelerin gerisinde kalmamaları için halen yapılmakta olan hizmet içi eğitim etkinlikleri daha da yaygınlaştırılmalı sürekli olarak hizmet-içi eğitime katılmaları sağlanmalıdır.
• Çıraklık eğitimde bir diğer sorun da denetim yetersizliğidir. Denetim yetersizliği, eğitimin amacından sapmasına ve Yasasının tam olarak uygulanamamasına neden olacağından “Çıraklık ve Meslek Eğitiminin Denetimi Hakkkında Yönetmelik “ ile kurulması öngörülen “İnceleme ve Denetleme İhtisas Komisyonları” ivedilikle etkili bir biçimde faaliyete geçirilmelidir.
• Ülkemizdeki mesleki-teknik eğitimin ve çıraklık eğitiminin sorunlarından biri de aile – okul işletme işbirliğinin sağlanamamasıdır. Çocuklarının meslek seçimleri, mesleki eğitimleri ve çalışma koşulları konularında yeterince duyarlı ve bilinçli olmayan aileler, okul ve işletme ile de işbirliği yapma gereksinimini hissetmeyebilir. İşletmelerde ise işveren ve ustaların 3308 sayılı Yasa kapsamını tam olarak bilememeleri ; birçoğu ilkokul mezunu ya da daha altında öğrenim gören işveren ve ustaların (TİSK-IPEC) eğitime gereken önemi vermemeleri, geleneksel usta-çırak ilişkilerini benimsemeleri ve ÇEM’lerdeki ya da okullardaki öğretmenlerin ise iş yükünün fazla olması aile-okul işletme işbirliğini önleyen faktörler olabilir.
Bu durumda gerek aileye gerekse işletmelerdeki işveren- usta ve diğer çıraklara mesleki eğitimde aile-okul–işletme işbirliğinin önemini benimsetecek konferanslar, seminerler, gurp çalışmaları düzenlenebilir. Ancak herşeyden önemlisi yasada bu işbirliğini sağlayacak kurallara işlerlik kazandırılmalıdır.
Sonuç olarak, KOBİ’lerde çalışan çocukların eğitim sorunları, ülkenin Milli Eğitim ve daha özelde de örgün mesleki ve teknik eğitim sorunlarınından bağımsız değildir. Çalışan çocuk sorunun kökünden çözümlenmesi, enformel sektörün haksız rekabetinin önlenmesi, iş dünyasının çağın niteliklerine uygun kalifiye insangücüyle çalışabilmesi için, zorunlu temel eğitim süresinin uzatılmasına ek olarak ; mesleki ve teknik eğitimin sanayii ve hizmet sektörünün gereksindiği kalifiye insangücünü yetiştirecek biçimde geliştirilmesi ile mümkündür. Böylece, eğitim hakları ellerinden alınmamış, meslekleri ve yaşama biçimlerini seçmede söz hakkına sahip çocuk ve gençlerin gelecekte oluşturacağı bir Türkiye daha mutlu ve daha çağdaş bir Türkiye olacaktır.
KAYNAKÇA